Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

Bir Dervişin Hatıra Defteri

Bir Dervişin Hatıra Defteri

Ücretini verdiğin ama bedelini ödemediğin bir aşkın, ihaneti de vefası da hep yarım kalır. Kalbini yaslayınca, eğrilmeyen yahut gayra eğilmeyen bir kalp ara, bilirsin kalp para geçmez hiçbir pazarda. Sevdinse sevilmeyi bekleme, aşkta pazarlık olmaz, gönül dediğin alış veriş tezgâhında satılmaz. 

Buhurun ancak ateşe atılınca kokusu duyulur. Yanmadan ‘oldum’ sanma, maharet kapının eşiğinde beklemek değil, kapının eşiği olmakta. Devrilmeden derviş olma hayalinin denizine atılma. Kapıkulu olmaya bak yârin kapısında, kapı kolu ararsan çeşit çeşit satılır çarşı pazarda. 

Gönül dünyan bir sofradır unutma, dostlarının destursuz bağdaş kurup oturduğu. Kalbinin anahtarı sende değildir. ‘Benim kalbim istediğime açılır’ vehmine kapılma, kalp kapısı daim dışarıdan açılır, içeriden değil içeriye kapanır sıkıca. 

Sevdinse ne terk eden ol ne de terk edilen. İlle de ‘terk’ eyleminin içinde bulunmak istersen, bu eylemin edilgeni ol sen. Haksız isen hak yerini bulmuş olur. Haklı isen hesap gününde alacaklı olmanın umudu ile ayakta kalan olursun.

Yere sürülmeden yüzün,  değmeden alnın toprağa, yanmadan tenin aşkın yalazında, tutunmak boşuna dünyanın iğreti otlarına. Dön gurbetine, varsın hatırlanmasın adın, akmadan nasıl yenilenir ırmak, nasıl tazelenir bahar? Endamını en bilinmez denizlere bırak, sen de biliyorsun kırılacak bir gün cürmünü gösteren ayna. 

Sözlerin muhkem, topukların güçlü, ayakların kavi diye kalıcı izler bıraktığını sanma ardında. Bir çöl fırtınası ansız örtüyor izlerini geçtiğin yollarda. Yokluğunda kopar tufan, varlığınla esmeyen rüzgâr, bir gülün yaprağında savrulur, yârin leylak kokan saçlarında fırtınaya tutulur. 

Mantık bilimini ispatlayan bütün önermeler, denklemler tek bir kapıya çıkar: Yaşamak yalnız yanmakla anlatılabilir. Göğün haberlerine kulak ver, alnını bulutlara daya. Saçlarına inen yağmur, melek, vahiy, demir; hepsi içinde o sönmeyen yangını dindirmek, gövdendeki zehri toprağa akıtmak içindir. 

Sevdiğini anmak kalbinin yeni sevinci olsun. Tutun mektubunun her bir harfine sımsıkı. Patlayan her tomurcukta, kanayan her yarada, oturup sessizce ağla, ölen kelebekler için akşamları. Susmasın çölün ezeli şarkıları, suyu diri tut ki donmasın yeryüzünün coşkun çağlayanları. 
Alnın nemli, gözlerin ıslak, ayakların diri kalsın, kırık bir kalbin üstünde bağla ellerini. Döne döne yan, gör bak o zaman her yön kıblen, her an ihram, vaveyla değil Kâbe’n olacak her yan.   Susuzluğunu dindir aşkın pınarında, hiçliğin o masum rengine boyan.   

Güneş denize değdiğinde sabahları, ölüler hep yalnız uyanır. Unutulur hikâyen, kalbe batan hançer gibi anılır adın. Kurudu gül yaprağı kalbinin toprağında, aşkın can derdinde, bir sürgün gibi ıslandın mavi sularda. Yolculuğun ki sürüp gider, kederin sahibinden kaderin ustasına.     

Andıkça dirilen bir bedenin olsun. Yandıkça yenilenen ruhun, yenilsin küllenen arzuların, geriye dünya tortuları kalsın. Omuzlarından dökülen kirli sular değil, kanayan yaraların. Arınsın artık kalbinin havzasına akan zehir yüklü yüzlerce nehir. 

Kalbinin en kadim alıcılarıdır avuçların. Döndür avuçlarını gökyüzü yayınlarına. Kaydetsin resimlerini hüznün ve göndersin merhametin merkez istasyonuna. Göğsüne yeni bir düş iliştir, geceni yenile, yüzüne dolunay düşsün gökyüzünden. 

Belki bir tarihçi, yıkıntılarından harabe diye bahsedecek, yağmalanan teninden kadavra niyetine faydalanacak tababet talebeleri. Soyun eski libaslarından, yeni endamınla adımla sonsuzluk sarayının kilimlerini. Toprak öper tenini, yalnızlık denen o ince sızı yalar gözbebeklerini.    

Çözülüyor karanlık örgüsü gecenin. Saçlarında tılsımlar, pişmanlıklar, bembeyaz yalnızlıklar. Susuyor taş plak, son şarkı da bitti. Yıkıldı köprü, çıldırdı ırmak. Kapanıyor dünyanın dar geçitleri, sökülüyor yeryüzünün iğreti iplikleri. 

Bitmez borcun, hep alacaklıdır dünya senden. Cesedin toprağa tutkulu, bedenin rehin dünya denen dehlizde. Sırrın mavi bir rüyada saklı, solar gülün, canın talan olur. Söner ateş, savrulur külün, tutuklusun göğsünde yuva yapan adını bilmediğin kuşların gölgesinde. 

Boynun kıldan ince kalsın, aşk bıçağını biledikçe. Nevvâhın ahında kaynayan rayiha olsun kokun. Künyende hicran, heybende ağıt, göğsünde yanardağ sönsün. Ateşi gül eylemeye bak, can aşka doysun, susayan asumana usanmadan yandığın yangınlardan kalan alevden sun.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
SON YAZILAR