Ahmet Aydınsoy

Ahmet Aydınsoy

İz bırakanlar 3

İz bırakanlar 3

KIRIK KANATLARLA DA UÇULUR*

Eğitimde iz bırakan isimsiz kahramanların öğrencilerinin kaleminden...

Satırlarıma babam bildiğim öğretmenimi tanıtmakla başlamak istiyorum. O ki, bizleri sıradan bir öğrenci olarak değil de yavruları gibi görür, bizleri cansuyuyla besler, sevgiyle büyütürdü. Sınıfa ilk girdiğinde gözlerindeki o ışığı, o sıcaklığı hissettiğim de dedim ki, her bahçenin bir bahçıvanı vardır. Her bahçıvanın da bir bahçesi. O bahçede mis gibi kokan güllerin yanında, kırgın çiçekler, rengarenk kelebeklerin yanında kanadı kırık kuşlar, baharda açan papatyaların yanında, suya hasret fidanlar... Öğretmende elinde su dolu kovasıyla bahçede dolaşıp durur. Nerede suya hasret kalmış bir çiçek görse hemen ona koşar ve ona hayat verir. O taze fidanlara zarar verecek sarmaşıkları görse hemen uzaklaştırır, korur fidanlarını. Ve sonra rengarenk çiçekler açar onun sayesinde.

Geçen zaman, dökülen yapraklar ardından... Başlarda öğretmenimin kadın olmasını istemiştim. Nedeni ise yarım kalan anne şefkatini, anne kokusunu belki öğretmenim de bulurum düşüncesiydi. Çünkü annem melek olup uçtuğunda henüz yedi yaşındaydım. Hayata karşı savunmasız kalmıştım. Saçlarımı ören, kıyafetlerimi giydiren, beslenme çantamı hazırlayan, o gül kokulu kadın yoktu artık. Yalnız ben değil, benim gibi nice öksüzler, yetimler vardı bir yerlerde.

Babam daha fazla bakamayıp yurda vermekte buldu çözümü. Sekiz yaşındaydım ve artık o buz gibi odalarda yapayalnız kalmıştım. Her gün her gece ağlıyor, sabah olsun istemiyordum. Çünkü geceleri karanlık olup sessizlik çöktüğünde hıçkırıklarımı duyan olmuyordu. Yaşamayan nereden bilebilir ki. Yüreğinizden bir ses yükselirse bir gün, alevli bir sızı dudağınıza rengini aksettirirse, gecenin en karanlığında iki büklümseniz, saçlarınız ağarmışsa o yaşta. Sesiniz ağlamaklı ise her cümlede, hiç üzülmeyin ve dönün o vicdanınızdaki sese şöyle deyin. “Ey kader! Belimi büktün, gözlerime mor halkalar resmettin. Gönlümü yangın yerine çevirdin. Paslı zincir prangaları geçirdin kalbime. Fakat ben bu çile ikliminden çıkacağıma inanıyorum. Küçücük avuçlarımı açıp Allah’a dua etmek istiyordum. Çünkü o an beni Ondan başkası duyamaz, bana Ondan başkası yardım edemezdi.

“Allah’ım biliyorum, her şeyi bilen ve gören sensin. Sen çocukları çok seversin ama Allah’ım neden annemi benden aldın? Yaşıtlarımın aklına bile gelmeyenler, neden benim başıma geldi? Bir suç işledim de, ceza olarak bunu mu verdin bana.” 

Yağmur başlamıştı inceden. Sen neden ağlıyorsun yağmur? Senin demi annen öldü? Yoksa derdime ortak olmak için mi ağlıyorsun?... Sabah ezanları okunuyor ben ise hala dua ediyordum. Ve yine gün ağrıyor. İşte bundan nefret ediyordum. Yurtta bizimle ilgilenen kadınlar vardı. Herkes onlara anne diyordu. Hayır! Ben annemden başkasını asla anne demem! Bizleri onlar banyo ettirirler, saçlarımızda bit var mı diye her hafta saç kontrolü yaparlardı. Gerektiğinde kafamıza benzin gibi kokan bir ilaç sürerlerdi. Hatta bir keresinde saçlarımızı sıfıra bile vurmuşlardı, fikrimizi bile almadan. O ipek gibi saçlarıma dokunmaya kıyamayan annem o halimi görseydi kan ağlardı. Her sabah yurt başkanı bizi uykudan bağırarak uyandırır, ranzalara vurarak kaldırdı. Hiç çıkmak istemezdim yataktan. Kahvaltıda çayımı aldığımda her defasında elim yanardı sıcaktan, bardaklar çelikti çünkü. Birkaç kere üzerime dökmüştüm ve canım çok yanmıştı. Yurdumuz okulun hemen yanındaydı. Sabah andımızı okumak için bir saat soğukta bekler, sessizlik sağlanınca andımızı okur, sınıflara girerdik. Sınıfta hep en arkada oturur, başımı sıraya koyup uyumak isterdim.

Dersimiz Hayat Bilgisiydi. Sahi hayat neydi? Bunu bize okulda mı öğreteceklerdi? Hayat dediğin acı çekmek, soğuktan titremek, sıcacık yuvandan kopup soğuk odalarda yaşamak değil miydi? Evet benim hayatım bunlardan ibaretti. 

Günlerim böyle çaresiz, umutsuz ve gözyaşlarımı tüketerek geçerken öğretmenimizin okuldan ayrılacağını öğrendim. Bana ne bundan. Biri gider biri gelir. Zaten yatılı okulda kim öğretmenlik yapmak ister ki? Onun bir ailesi var, elin çocuğu ile neden ilgilensin, neden uğraşsın ki? Onun kendi çocuğu var. Pamuk döşeklerde yatan, rengarenk giysiler giyen ve en önemlisi aile sıcaklığı ile büyüyen. 

Zaman geçti, gecem gündüz, hüznüm umut oldu. Sanki güneş yeniden bana doğacak ve içimi ısıtacaktı. Sınıfa girdi bir öğretmen, sevgi dolu bakıyordu gözleri, huzur saçıyordu gülüşü. “Merhaba yavrularım” dedi. O yavrularım kelimesi içimi nasıl ısıttı, bir bilseniz. “Ben sizin yeni sınıf öğretmeninizim. Adım Recep, bundan sonra derslerinize ben gireceğim. Bir sıkıntınız, derdiniz olursa ben ilgileneceğim” diye devam etti sözlerine. Bizim kendimizi tanıtmamıza gelmişti sıra. İşte bu tanışma faslından nefret ediyordum. “Adım Merve Nur ve sekiz yaşındayım” dedim ve oturdum. Söylemem gereken başka şeyler de vardı. Baban ne iş yapıyor? Peki ya Annen? İşte o an özümdeki acının, ıstırabın izdüşümü olarak masaları dağıtıp kapıyı çarpıp çıkmak istiyordum. Ama adam o kadar samimi ve o kadar içtendi ki bunu ona yapamazdım. Çünkü üzüleceğini hissediyordum. Başımı sıraya koyup ağlamaya başladım. Yanıma geldi ve bana öyle bir sarıldı ki, sanki sevgisizlik kargaşasında sevgi ve hoşgörünün aydınlık iklimi ile gönül kandilinden yükselen sıcacık bir ışık sardı her yanımı. Tabii ben bunun karşısında daha şiddetli ağlamaya başladım, hıçkırıklara boğularak. Bıraksın istemiyordum. Sıcacık kolları o küçücük bedenimi o kadar ısıtıyordu ki, hiç oradan ayrılmak istemiyordum. Ağlamam bitene kadar bırakmadı. Ağlamam bittiğinde kendimi zorluyordum ağlamak için. Bıraksın istemiyordum çünkü. Bırakmadı da... O an içime bir ışık yansıdı inceden. Geldiği yöne baktım, engin maviliği delip geçen yıldızlarda süzülüp yükselen sıcaklığını hissediyordum, nurunu görüyordum. Adeta sararmış bir yaprak misali rüzgarda sağa sola savrulan düşüncelerim umut filizlerine bırakmıştı yerini. Şimdi öz ağacım nakışlı çiçeklerle süslü. Her meyvenin geleceği, özündeki çekirdekte gizlidir, insanın ki de kalbimde. İşte bu çekirdeği ilham suyu ile besleyen, gönülden gelen ışıklarla yumuşatan, sevgi baharını, ümit iklimini nakışlı yüreğime dokuyan o adam benim öğretmenimdi. Gözyaşlarım bitince “Anlat yavrum” dedi. Sustum. Teneffüste kantine götürdü, çikolata, meyve suyu aldı ve şimdi daha iyi misin? Dedi. “Değilim Öğretmenim” dedim. Benimle ilgilensin istemiştim. İlgiye o kadar hasret kalmıştım ki beni tekrar kucaklasın diye kendimi merdivenlerden atasım bile gelmişti. Ama buna gerek kalmadı, canım öğretmenim o kadar güzel ilgileniyordu ki, o an hiç bitsin istemiyordum. Her sabah bize bir masal okurdu, güne öyle başlardık. Artık arka sıralarda değil en ön sırada oturuyordum. Parmağım hiç inmiyordu ve beni böyle gören öğretmenimin gözlerinin içi gülüyordu adeta. Sınavlarda hep  pekiyi alırdım. Bunu sadece öğretmenimi mutlu etmek için yapardım. Karnemi gösterecek kimse yoktu çünkü yanımda. Karne hediyesi alacak kimse de. Ama öğretmenim notlarımı iyi görünce o kadar mutlu oluyordu ki, sırf onun mutluluğunu görmek için çalışıyordum derslerime. Hep bana sen her şeyin üstesinden gelirsin diyordu. Sahiden gelebilir miyim Her şeyin üstesinden? Yanımda öğretmenim olursa evet. Onun sayesinde artık bahçede oyun oynuyor, koşup eğleniyordum. O da bize katılıyordu çünkü, bizimle top oynuyor, ip bile atılıyordu. Bize şiirler okur, tiyatrolar oynatır, gezilere götürür, pikniklerde eğlendirirdi. Her zaman bizleri dinler, hiçbir zaman kızmazdı. Dudaklarından her zaman dökülen o sıcak “yavrularım, canlarım, kuzularım” kelimeleriyle kalbimize bir daha çıkmamak üzere yerleşmişti. Çocukluğumun en güzel anlarını biricik öğretmenimin sayesinde yaşadım. Ailemin yokluğunu unutturmuştu. Sabahları yeni bir umutla uyanıyor, acaba bugün ne anlatacak diye koşarak okula gidiyordum. O yine her zamanki sıcaklığı ile yavrularım diyerek içimizi ısıtıyordu. Bazı zamanlar yurtta nöbetçi öğretmen olarak kalırdı. İşte o zaman bütün gün yanımızda olurdu. Tıpkı bir baba gibi, babam gibi seviyordum öğretmenimi. “Allah’ım!” dedim, teşekkür ederim, bana böyle altın kalpli bir öğretmen verdiğin için. Rabbim sesimi duymuş, beni hayata yeniden bağlamıştı. Hayat bilgisi dersinde öğretmenimiz: “Öğretmen öğrencilerini zapt eden gardiyan değil, gül yetiştiren bir bahçıvan gibidir ve hayatımıza yön veren yol gösteren bir rehberdir” demişti. Aynen öyleydi, bizleri sanki narin bir çiçekmişiz gibi özenle yetiştirirdi. Sevgisini eksik etmez, hayat suyu ile beslerdi. Bir keresinde hasta olmuş, okula gidememiştim. Öğretmenim beni merak etmiş, elinde çikolatalarla yurda gelmiş, en sevdiğim çikolatalardan almıştı. O kadar mutlu olmuştum ki, hasta olduğumu unutup yataktan fırlamıştım. Öğretmenim: “Bakıyorum çikolatalar bayağı hoşuna gitti” demişti. Aslında onun beni düşünüp merak etmesiydi hoşuma giden. “Evet öğretmenim çikolatayı çok severim" demiştim, sevgimi belli etmemek için. Çünkü en sevdiklerim hep gitmişti. Onun da gitmesini istemiyordum. Takvim yaprakları bir bir düşüp savrulurken rüzgarda, zamanda bir hayli geçmişti. 5. sınıf olmuştum. O kadar alışmıştım ki öğretmenime, sanki hiç büyümeyecekmişim, hep o küçük kız çocuğu olarak alacakmışım gibi geliyordu. Hani anneler çocuklarının hep üstüne titrerler ya, onun gibi üstümüze titremişti. Öğretmenimizin bizimle son senesiydi. O da gidecek, o da beni bırakacaktı. İşte o gün gelmişti. Bu bize son konuşmasıydı.  Ağlamaklı gözlerle girdi sınıfa son kez. Az önce sınıf cıvıl cıvıl iken, aniden sessizliğe büründü. O an içimi tarif edilemez bir sıkıntı kapladı. Öğretmenim: “Yavrularım” dediğinde, gözyaşlarıma hakim olamadım. İçimi çeke çeke nasıl ağladığımı hala bugün gibi hatırlıyorum. Kurumuş toprakların kendisine can  verecek suyu hasretle beklemesi gibi beklemiştim. Sanki o beni en zayıf anımda, koruyucu bir melek gibi himaye etmişti. Neyse ki biraz büyümüş hayatı yeni yeni tanımaya başlamıştım artık. Bir şeyler değişecekti, değişti de nitekim. Liseli olmuştum. Öğretmen olacaktım, sınıf öğretmeni. Sana söz veriyorum öğretmenim, beni yetiştirdiğin gibi  gönüllere sevgi, beyinlere bilgi, kalplere mutluluk işleyen bir öğretmen olacağım, senin gibi.

Meslek lisesinde okuyorum, buradan mezun olup öğretmen olmak oldukça zordu. Mezun olanlardan öğretmenlik kazanan neredeyse yoktu. Ama kararlıydım, bu geleneği değiştirecektim. Liseyi birincilikle bitirip mezun olmuştum. Şimdi istediğim bölümü sınıf öğretmenliği okuyorum. Bütün bunlar duayla ve o biricik öğretmenimin sevgisi ile olmuştu. O olmasaydı susuz kalmış bir çiçek gibi sararıp solacaktım. Öğretmenlik yolunda ilk adımımı attım. Artık benimde yavrularım olacaktı. Onların beklentilerine cevap verebilecek miydim? Yaralarına merhem, dertlerine derman, yüreklerine sevgi beyinlerine bilgi olabilecek miydim? Canları sıkıldığında ruhlarını okşayacak tatlı ve sımsıcak bir meltem gibi esebilecek miydim? Bir yatılı köy okulunda, doğuda bir dağ başında, bir Viranşehir’de ıstırabın en çetinini çekmeliyim onlar için. Tozlu yollar gibi karışmalıyım sise, dumana, yağmur olup düşmeliyim çöle, kupkuru topraklara hayat vermeliyim. Işık olmalıyım karanlık geceleri aydınlatan, nur olmalıyım gönüllere ferahlık veren, yıldız olmalıyım göğün en ucunda sınırsızca parlayan, bir rüzgar olmalıyım estikçe kimsesizlerin saçlarını okşayan, onlarla ağlamalı onlarla gülmeliyim. Bir mum olmalıyım onlar için eriyip biten. Ben yanıp tükeneyim yavrularım için, hakka ulaşayım ve Rabbim sorunca: “Muallim! Bu halin ne?” diye ben de cevap vereyim: “Senin yarattığın bu küçük masumların derdine yandım Allah'ım!”
____
*Unutamadığım Öğretmenim, M. Akif İNAN Hatıra Yarışması, s. 180, Merve Nur Yıldırım, Çanakkale,
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR