Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

Kocaman bir yalnızlıktır insan

Kocaman bir yalnızlıktır insan

Kendi gövdesinden yalnızlık yontuyor insan. Tüketim kültürünün en belirgin el sanatları ürünü bu olsa gerek. Kendini tüketirken; emeği, edebi, hürmeti ve hikmeti de tüketti. Terk etmenin terekesi tüketmektir. Belki de bu sebepledir ki terk etmek, tüketmekten önce gelir sözlükte. 

`Tüketim` kelimesini tüketecek kadar hızlı tüketiyoruz tüketilmeye değer bulduğumuz ne varsa. Kelimeleri tüketiyoruz; değerleri, maharetleri, erdemleri, ötekileri, ilkeleri, sevgileri, meziyetleri, masumiyetleri, şahsiyetleri, güzellikleri, incelikleri, yürekleri… 

“Yaşamak için yemek” ile “yemek için yaşamak” arasındaki tercihimizi daha çok ikinci seçenekten yana kullanıyoruz. Artanlar, atıklar, artıklar ve arta kalanlarla kaplı her yanımız. Bütünün, yenilenden çok yenilmeyen cüzü dolduruyor çöp konteynerlerini. 

Hızlı bir tüketim rüzgârı alabildiğine yalayıp geçiyor yüzümüzü, kentimizi, göğümüzü ve göğsümüzü. Hazla tükettiklerimiz hızla azalıyor ve hazzın hıza bilendiği bir yarışta, hızın hazza tur bindirdiğine tanık oluyoruz bu azgın zamanlar çağında.

Azla yetinmeyen, hazla doymayan, hızla yorulmayan yeni bir insan türünü doğurdu tüketim çağı. Çağ diyorum, zira adına hangi sıfatı yakıştıracak olsak iğreti duruyor üstünde bir elbise gibi.  Kendinden başka kimsesi olmayan kocaman bir yalnızlıktır artık insan nesli. 

Menfaat hesaplarının integral hesaplarının önüne geçtiği `ben` merkezli bir yaşam biçimine hızla evrildi dünya. Bencillik kök saldı, şimdi meyve vermesi bekleniyor bâkir toprakta. Tükettikçe tükenmenin kısır döngüsü içinde boğuluyor bu yeni nesil insan türü. 

Tekin olmayan bir durumdan söz ediyoruz. Habitatını yitirmiş, yaşam ortamından hızla uzaklaşmış bir canlı türü ile karşı karşıyayız. Kat maliki olmayı dost sahibi olmaya tercih eden bu zihinsel çürüme, kur hesabının kul hesabına ezici üstünlüğünü de miras bıraktı bize. 

Yeni bir çıkış yolu, fiyakalı bir doktrin, afili bir kuram ya da alternatif yaşam öğretisi arayışında şimdi varlık bilimi. “Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım” diyen bir dert sahibine kulak vermenin zamanı gelmedi mi? 

Yürümek, varmak mıdır? Ya da varmak için yürümek yeterli midir? Yol almak, yıl almaktan mı ibarettir? Madem elmadan çok olmanın derdindedir Âdemoğlu, yılmadan olmanın yoluna bakmalı. Yorulmadan varmanın yolu, yolunmadan solan çiçeklerin sonu gibidir.

Kalbini unutmakla başladı belki de insanın tükenişi. İçimizden çok dışımıza yönelişimizden tufan koptu. Lisanımızdan çok libasımızın ütüsüne önceliği verişimizden büyü bozuldu. Kalbe dokunan ne varsa irtifa kaybına uğradı. Vicdanı saran ihata duvarı alabildiğine kalınlaştı.   
 
Rüya bitti, sular duruldu, mevsim geçti, iklim değişti ve büyü bozuldu. Kabirleri bile tüketti insanoğlu. Nakde çevrilebilecek arsa kalmayınca elde, mezarlıkları binalarla aynı kadere terk etti. Çok katlı otoparklar, çok katlı binalar derken çok katlı kabirlerimiz oldu. 

Yığıntılar, yıkıntılar, kalıntılar toplamı artık “emaneti yüklenen” insan. Tüketirken tükendi, küllerinin enkazında kurtarılmayı beklerken. Aldanan, aldatan, aldatılan, kalbine yenik düştü. Gidenlerin hesabını, ölenlerin mirasını, kalanların kaydını tutmaya yükümlü kılındı. 
   
Kırık adımlarla geçti geceden, rüyalarına yorgan yapmak için kırptı acıları zifiri karanlıktan. İkbali, ihmalden ikmale kalan derin bir buhrandır çoğu zaman. Tükenmişlikten, yenilgiden, yanılgıdan, hüzünden arta kalan kocaman bir yalnızlıktır insan.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
SON YAZILAR