Yusuf Sağlam

Yusuf Sağlam

Sevgi Ama Nasıl?

Sevgi Ama Nasıl?

“Bir alkoliğin karısı, kocasının artıklarını toplar. O, buna ‘sevgi’ der. Fakat bir psikolog bunu, ‘karşılıklı bağımlılık’ diye adlandırır. Anne baba çocuğun tüm isteklerine, ‘sevgi’ diyerek boyun eğer. Aile terapisti ise bunu ‘sorumsuz ebeveynlik’ diye adlandırır… O halde sevmek nedir? Sevgi nasıl bir davranıştır? Gerçekten bizim için sevgi, bir ihtiyaç mıdır? Sevginin gösterilmesi şart mıdır? Sevgi nasıl ifade edilmelidir?

 “Yetiştirme yurduna getirilen terkedilmiş küçük çocukların, gün geçtikçe canlılıklarını yitirip duygusuzlaştıklarını ve sonra yalnızca bir yerde oturup durduklarını, yurda geldiklerinde zekâ düzeyi açısından normal olduklarını, fakat bir buçuk yıl içinde zekâlarında ciddi bir gerileme olduğunu fark eden Skeels, bunun nedenini araştırmaya karar verir. On iki çocuğu örnek olarak alır. Öteki çocukları olduğu gibi bırakır. Ancak epeyce gürültü kopar çünkü yetkililer bunu yapmasını istemezler.

Bu on iki çocuğu, zekâca gelişmemiş kızların olduğu bir yurda götürür ve çocuklardan her birini bakması için kızlardan birine verir. Kızlar, zeki değildir ama sevecendirler. Skeels’nin bu terkedilmiş çocukları verdiği kızlar, çocukları içtenlikle severler ve günün birinde çocuklar ayrılıp otobüse binerken, üzüntüyle ağlarlar. İleriki yıllarda, yurtta bırakılan denetim gurubundaki çocukların bazılarının akıl hastası, bazılarının geri zekâlı bir durumda bir hastanede tedavi altına alındığı müşahede edilmiş. Oysa zekâca geri olan kızların ilgilendiği çocukların tümü evlenmiş, yalnızca biri boşanmış, hiç biri devletten yardım almamış ve hepsi kendi geçimlerini sağlayabiliyormuş.”
Bu değişimle ilgili olarak Leo Buscaglia, ‘Değişen tek şey, “Birisi beni gördü. Birisi bana dokundu. Birisi beni duyumsadı. Birisi bana birazcık ilgi gösterdi” olgusuydu… Bir sürü çok zeki çocuk, zekâdan başka şeyleri olmadığı için bir yere ulaşamazlar. Buna karşılık sıradan ama sevecenlik dolu, insana coşku veren, iyi yürekli ve güvenilir birçok çocuk tanıyorum. Bunlar başarılı olmaya adaydır’ demektedir.

“Araştırmacılar, hayatın ilk yıllarında anne baba sevgisinden mahrum yetişen çocuklarda, bazı ortak yanlar tespit etmişlerdir: İlgisizlik, vurdumduymazlık, insanlara sokulamama, kolay kolay arkadaşlık kuramama, öğrenmeye ilgisizlik, okulda başarısızlık, düşünme ve kavramada zayıflık, okuldan kaçma, hırsızlık, sonraki yıllarda suça yönelme vb. gibi…

Bu kişilerin kendilerine sevgi gösterildiğinde, kuşkulu ve duyarsız davrandıkları gözlemlenmiştir. Ayrıca mahkûmlar ve ruh hastaları arasında yapılan benzer bir araştırmada, ana ve babasızlık nisbeti yüksek bulunmuştur. Bilhassa depresyon ve intihar eğilimi gösteren kimselerin, geçmişlerinde anne ölümü yüksek bulunmuştur.”

Çocuklarda, büyüme ve gelişmenin ilk devresinde öncelikle anneye ve sonra da babaya büyük vazifeler düşmektedir.
Peki, sadece küçüklerin mi sevgiye ihtiyacı vardır? Hayır elbette… Yeterince sevgi alamamak, tüm insanlara acı çektirir. Uzmanlar, nörotik (normal dışı) davranışların, hatta zihinsel bozuklukların sıklıkla, sevgi eksikliğinden kaynaklandığını belirtmektedirler. Psikologlar sevildiğini hissetmenin, insanın birincil derecedeki duygusal ihtiyacı olduğu sonucuna varmışlardır.

İnsanın bu sevgiye susamışlığını Rus romancı, şair ve oyun yazarı Ivan Turgenyev, şöyle ifade etmektedir: “Bütün zekâmı, yeteneğimi, şöhretimi ve eserlerimi akşam eve zamanında gelip gelmeyeceğimi merak eden bir kadın için feda edebilirim.”

İşte hepimizin doğal ihtiyacı olan ve yokluğu yıkıma neden olan sevgiyi, birbirimize ne kadar sunuyoruz acaba?
Masomi Toyotome adlı bir Japon yazara göre: “Sevgi üç türlüymüş. Birisi, ‘Eğer’ türü sevgi. Eğer, başarılı ve önemli bir kişi olursan, eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan, eğer şöyle ya da böyle olursan seni severim. En çok rastlanan bu sevgidir” diyor yazar. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Evliliklerin çoğu bu tür sevgi üzerine kurulduğu için yıkılıyormuş. İkincisi ‘Çünkü’ türü sevgi. Seni seviyorum çünkü çok güzelsin, yakışıklısın, zenginsin, bana güven veriyorsun. Üçüncüsü ‘Rağmen’ türü sevgi. Seni bilgisizliğine rağmen, fakirliğine rağmen, kusurlarına rağmen seviyorum. İşte şarta bağlı olmayan, karşılık beklemeyen bu sevgi, insanı mutlu edebilir ve gerçek sevgi budur” diyen yazar, insanların bu tür sevgiye susadığını belirtiyor.

Susadığımız sevgiyi yeterince elde edemeyişimiz, Dr. Ross Campbell’in tabiriyle içimizdeki sevgi deposunun, zamanla boşalmasına neden olacaktır. Dr. Ross Campbell, “Her çocuğun içinde, sevgi ile doldurulmayı bekleyen bir deposu vardır. Bir çocuk, gerçekten sevildiğini hissederse normal olarak gelişecektir. Fakat sevgi deposu boş olduğu zaman çocuk, yanlış davranışlarda bulunacaktır. Çocukların yaramazlıklarının çoğunun sebebi boş bir ‘sevgi deposu’dur.” demektedir.

Dr. Gary Chapman da bu hususta şöyle der, “Sevgi için duyulan duygusal gereksinim, yalnızca bir çocukluk olgusu değildir. Bu gereksinim bizi, yetişkinliğe ve evliliğe kadar izler. Âşık olma deneyimi, bu ihtiyacı geçici olarak karşılar. Fakat âşık olma saplantısının zirvelerinden inilince, sevgi için duyulan gereksinim yeniden su yüzüne çıkar. Yaşadığımız sürece sevgiye gereksinim duyacağız.”

Dr. Chapman, “Yanlış davranışlar, kabuğuna çekilmeler, acı sözler ve eleştirel bir ruh, boş bir depodan dolayı meydana gelir. Onu doldurmanın yolunu bilirsek, pek çok ilişkiyi kurtarılabiliriz” der. Bu da karşı tarafa, sevildiğini hissettirmek için onun sevgi dilini bilmeyi icap ettirir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR