Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

Zihin Depremi

Zihin Depremi

İnsan; arzularının kölesi, mazeretlerinin efsanesi, elinin tersi ile itebildiklerinin efendisidir. İnsana ihsan yakışır, irfan yakışır, izan yakışır. Arzular arızalardan tezahür eder, arzuların erozyonu yeryüzünün erozyonundan zorludur.  
 
İman, emin olanın sıfatıdır. Emin olmayanda imandan söz etmenin beyhude olması gibi emanetten yoksun olandan eman/aman da dilenmez. Emin bir emir yeminli bir memur gibidir. Şehrin emini olmak, şöhretin esiri olmaktan firarla mümkün kılınabilir.  

İnsanı ise iman insan eder. İyi insan olmanın yolu ihsandan geçer. İhsan ise isyan ve nisyandan uzak olmakla ayakta kalır. İnsan; ihsan ile imkân arasındaki tercihini imkândan yana yapalı irfan ve izandan da nasibi sınırlandı, kısmeti sıfırlandı. 

Mizah ile izah edemediğimiz ne çok trajedi var hayatımızda. İmamın imana olan oranı mı imanın imama olan oranı mı daha mühimdir şehirlerde? Sorusuna verilecek kaç cevabı olabilir ki insanın? Olasılık hesapları üzerine kurulu hayatlar kaderle at başı bir yarışta. 

 Mabudun mabetten muzdarip olduğu binalar inşa ettik ama orijinal nüshasını kaybeden kalpleri ihya edemedik. Bu yüzdendir belki; “Uzayan minarelerde azalan ezan sesi/Ölü kuşlar gibi düşerken yeryüzüne” demişiz bir şiirimizde. 

“İdrak yolları” iltihabı geçiren ne çok insan var dünyamızda. Acılardan kahraman üretmekle yetinmeyip kendi kahramanını öncelemek nasıl bir toplardamar tıkanıklığıdır. Dramlardan ekmek devşirmek, özgeçmiş kabarıklığı geliştirmek nasıl bir putperestliktir.

Gölgede durup gölgesini soran ve güneşten gölge hakkı iddiasında bulunan ne çok mirasyedi ile muhatabız her adım başında. Yarasını yalayarak iyileştiren ceylanın tedavi sürecinden kendine pay çıkaran baytarlar arzı endam ediyor sokaklarımızda. 

Vicdanının peşinde olana sırtımızı dönüp maddiyata bağlanan “madde bağımlısı” insanlara göbeğimizden bağlanmayı izah edecek kelimeye rastlanamadı gönül lügatlerinde. “Dil namustur, kamus namustur” sözü bir daha haklılığını ispat ediyor hukuk karşısında ve maşeri vicdanda. 

Önce refik sonra tarik derlerdi ya. Yani önce yoldaş sonra yol. Yollar duble ama yoldaş `yolunu` bulunca ters yönde ve karşı şeritte kendine yer buluyor hemen. Tezat sanatının en güzel biçimde tezgâhlandığı pazarlarda pazarlama tekniklerini öğreniyoruz ivedilikle. Adına da “kişisel gelişim” deyince; tadından yenmiyor, fiyakasından geçilmiyor kartvizitimizin. 

Tutku, bağlanma, sığınma ve aşk bile tıpkı binalar gibi inşa, ihya ve imha sürecinden geçiyor sıralı ve sıradan. Süreçleri de sıralı üstelik: İnşası yıllar alıyor, ihyası aylar fakat imhası dakikalar. 

Üstümüze her daim “kelime molozları” boca edilen bir ortamda yaşamaya maruz bırakıldık ve bu rüzgârın şiddeti giderek artıyor, kasırga kapımıza dayandı. Enkaz altında kalan bedenlerden çok vicdanlara rastlamak daha olası bir durum halini aldı yıkıntılar arasında. 

Doğal afetlere karşı ortak bir dil üretemeyen toplumla karşı karşıyayız. Felaket dilimiz bile bir felaket. Yüreğin gücünü, küreğin ve bileğin gücü ile birleştiremeyen acemi işçilerin kardığı harç ile mamur kentler imar etme peşinde mağrur mimarlarımız.    

İsmet ÖZEL,  “demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş” derken gök ile yürek arasındaki bu derin ilintiye ince bir dokunuşla değiniyordu belki de. Tam da bu travmanın ortasında; “Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın” serzenişi de.

Mağdur, mahcup, mağlup, mazlum, mahkûm ve mahzuna meftun olmak yerine mağrur olanın safında yer almak sonra da mansur ve mağfur olmayı beklemek ne garip!

Zihindeki deprem, zemindeki depremden daha büyük fay hatlarının oluşmasına sebep oluyor bağrımızda. Gönül yıkıntılarının arasında dolaşıyoruz şimdi mağrur bir edayla. Öyle ya mahcup olmak, mağdur olana yakışırdı en çok da! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR