Anadoluculuk akımı nedir, Nurettin Topçu kimdir? Soy ismi nerden geliyor? Topçu ekolü nedir?

Anadoluculuk akımı nedir, Nurettin Topçu kimdir? Soy ismi nerden geliyor? Topçu ekolü nedir?

Nurettin Topçu Kimdir? Anadoluculuk akımında rolü nedir? Kimlerden etkilendi? Milliyetçi mi muhafazakar mı? Topçu soy ismi nereden geliyor? Topçu ekolü nedir? İşte eğitim dünyasına katkıları ve yaşayan Hz. Ömer olarak anılmasının perde arkası...

Edebi Kişiliği, Eserleri, Aksiyonu ile bir döneme damga vuran Nurettin Topçu’nun hayat öyküsünü sizler için derledik. 

Nurettin Topçu kimdir? Anadoluculuk akımında rolü nedir? Kimlerden etkilendi? Milliyetçi bir kimliğe mi sahip yoksa muhafazakar mı? Topçu soy ismi nereden geliyor? Eğitim dünyasına hangi katkıları sundu? Öğrencileri tarafından neden yaşayan Hz. Ömer olarak nitelendirildi? Topçu ekolü nedir?

“Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir; davamız hayata uymak değil hayatımızı Hakk’a uydurmaktır” sözleriyle tarihe geçen Türk Edebiyatının efsane ismi Nurettin Topçu, 1909 yılında Erzurum’da dünyaya gelmiştir.

Ailesi Erzurum’da Topçuzâdeler diye tanınır. Dedesi Osman Efendi, Erzurum'un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş; bu soy isim oradan kalmıştır. Babası Topçuzâde Ahmet Efendi ailenin tek evladıdır. Küçük yaşta yetim kalır.

Alaftarlık (tahıl alım satımı) yaparak aileyi geçindirmeye çalışır. Bu arada Erzurum'un tanınmış zenginlerinden Gülü Bey'in yardımını görür. Canlı hayvan ticaretine başlar. Doğu Anadolu ve bilhassa Erzurum yöresinden topladığı koyunları İstanbul'a satarak işini genişletir. İstanbul'da bir yazıhane tutar. Zamanla Tahtakale'de bir han (Erzurum Hanı) satın alan Ahmet Efendi, İstanbul'a yerleşir. İlk evleri Süleymaniye Deveoğlu Yokuşu, Hatap Kapı sokağında bir ahşap binadır. Nurettin Topçu Süleymaniye'deki bu evde doğar (7 İkinci teşrin 1909). Topçu'nun ninesi Eğinlidir. Ahmet Efendi İstanbul'a yerleştikten sonra birinci hanımı vefat eder. Bu hanımdan olma iki oğlu da Balkan Harbi'nde şehit düşerler. Ahmet Efendi daha sonra yine Eğinli olan Kasap Hasan Ağa'nın kızı Fatma Hanım ile evlenir. Bu hanım Nurettin Topçu'nun annesidir.

nuret.jpg

Harp yılları Ahmet Efendi'nin işlerinin bozulmasına ve iflâsına yol açar. Aile Süleymaniye'deki evden ayrılmış Çemberlitaş'ta, bir ahşap eve taşınır. 1970 yılında Şatır sokaktaki bu ev daha sonra yıkılacak yeniden Nurettin Topçu tarafından yaptırılacaktır.

Nurettin Topçu altı yaşında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi'nin anasınıfı kısmına yazılır. Burayı bitirdikten sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebine verilir. Mektebi birincilikle bitirir. Babası Ahmet Efendi Çemberlitaş'ta kasap dükkânı işletmeye başlamıştır.

BİTMEYEN AKİF SEVGİSİNİ TÜRKÇE ÖĞRETMENİ BAŞLATIYOR

Reşit Paşa Mektebi'nin sarıklı hocası Osman Efendi bir gün babasına "Osman Nuri -Nüfus kağıdında ismi bu şekilde geçer- büyük adam olacak" deyince çok az gülen babası bir hayli tebessüm eder. Nurettin Topçu bu sıralarda sakin, biraz içe dönük bir mizaca sahiptir. Küçük bir sandıkta kitap ve gazete biriktirme merakı vardır. Türkçe öğretmeni Nafiz Bey, Nurettin Topçu'nun hayatı boyunca sürecek Mehmet Âkif sevgisini uyandıracaktır.

OKULLARI DERECEYLE BİTİRİYOR

Daha sonraki yıllarda Osman Nurettin, Vefa İdadisi'ne devam eder. Birinci sınıfta babasını kaybeder. Evlerinin bir katını kiraya verirler. Ağabeyi Hayrettin Topçu mektepten ayrılarak ailenin yükünü omuzlar. Topçu Vefa İdadisi'nde de sınıflarını birincilikle geçer. Felsefeye bu sıralarda meyletmektedir. Edip Bey, tarihçi Memduh Bey, Celâl Ferdî ve ulûm-ı diniyye hocası Şerafettin Yaltkayadan ders alır. Son sınıf Haziran imtihanında Arapça hocası (Sıfırcı) Salih Bey'den kalır. Bu vaka ona çok tesir etmiştir. Bütün yaz çalışır. İdadi tahsilini İstanbul Lisesi'nde 1927-28 ders yılında edebiyat bölümünü pekiyi derece ile tamamlar.

İLK YAZILARINI AVRUPA’DA KALEME ALIYOR

Liseden mezun olan Topçu, kendi kendine Avrupa'ya tahsil imtihanlarına girer, kazanır (1928). Hamdi Akverdi, Vehbi Eralp, Ziya Somar gibi şahıslarla birlikte Fransa'ya gider. Daha önce giden Remzi Oğuz Arık, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cevdet Perin, Bedrettin Tuncer Paris'tedirler. Daha sonra bu şahıslarla, bilhassa Remzi Oğuz ve Ziyaeddin Fahri ile görüşmeleri olacaktır. Topçu önce Bordo Lisesi'ne nakledilir. İlk yazı denemelerini burada kaleme alır ve üye olduğu Sosyoloji Cemiyeti'ne gönderir. Moris Blondel'i bu lise döneminde tanır. Daha sonra mektuplaşırlar. Burada psikoloji sertifikasını verir. İki sene sonra Strazbourg'a geçer. Üniversitede felsefe tahsil eder. Ahlâk kurlarını tamamlar, sanat tarihi lisansı yapar.

FRANSA'DA ALDIĞI LİSANS DERSLERİ 

 1. Ruhiyat ve bediiyat (Haziran 1930)
 2. Umumî felsefe ve mantık (İkinci teşrin 1932)
 3. Muasır sanat tarihi (İkinci teşrin 1932)
 4. İçtimaiyat ve ahlâk (Haziran 1933)
 5. İlk zaman sanat ve arkeolojisi (İkinci teşrin 1933)

SORBON’DA FELSEFE DOKTORASI VEREN İLK TÜRK

Nurettin Topçu yazları İstanbul'a gelip gitmektedir. 1931'de ağabeyi Hayrettin Topçu'yu yanına alır. Topçu'nun Avrupa'daki hayatı okul, ev, kütüphane çerçevesi içinde geçer. Ancak hafta tatillerinde derneklerin tertip ettikleri toplantılara katılır. Aynı toplantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Besim Darkot gibi zatlar da bulunmaktadırlar. Topçu bu arada Tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanışır. Dr. Adnan Adıvar'ın Türkçe dersi verdiği Masignon'a daha sonra bu dersi Topçu verecektir. Strazbourg'da doktorasını hazırlayan Topçu, Sorbon'a gider, doktorasını verir: "Conformisme et révolte". Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisidir. Bu tez Paris'te kitap halinde yayınlanır (Paris 1934). 1990 yılında da tıpkı baskısı Kültür Bakanlığı'nca Ankara'da yapılır. 1934'de yurda döner. Galatasaray Lisesi'nde felsefe öğretmeni olarak görev alır (1935). 

BABA DOSTU ULAŞ, KAYINPEDER OLUYOR

1919'da Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılan, 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplanan Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kapatılmasından sonra; 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılan TBMM'ye katılan, 1921'in sonlarında İkinci Grup'u örgütleyen kişilerin başında yer alıp bu grubun desteğiyle 9 Kasım 1922'de TBMM ikinci başkanlığına seçilen Hüseyin Avni Ulaş, Nurettin Topçu’nun baba dostudur. Çemberlitaş'taki eve sık sık gelir gider. Topçu, küçük yaştan beri Hüseyin Avni Ulaş’ın tesiri altında kalmıştır. Yurda döndükten sonra H. Avni Ulaş'ın kızı Fethiye Hanım'la evlenir. Düğün gününün akşamı İzmir Atatürk Lisesi'ne tayin emri gelir. Galatasaray Lisesi Müdürü Behçet Bey, o sene Haziran imtihanından geçmesini istediği altı kişilik bir öğrenci listesini Topçu'ya teklif etmiştir. Nurettin Topçu bu teklife karşı "Eğer bunlar çalışkan talebelerse elbette geçerler"' cevabını verir. Neticede talebelerin bir kısmı imtihanda kalır. Ankara'nın tepkisi ani olur ve Topçu'nun tayini İzmir'e çıkar.

TOPÇU’NUN HAREKET’Lİ GÜNLERİ BAŞLIYOR

Nurettin Topçu Hareket Dergisi'ni İzmir'de bulunduğu yıllarda yayımlamaya başlar (1939). Dergi İstanbul'da basılır. Bu arada eşinden ayrılır. Hareket'te yayınlanan "Çalgıcılar yine toplandı" isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üzerine Denizli'ye sürgün edilir. Denizli'de bulunduğu yıllarda Said-i Nursi ile tanışır, o sırada yapılan mahkemelerini takip eder. Daha sonra Haydarpaşa Lisesi'ne tayin edilir. Bir müddet sonra da Vefa Lisesi'ne geçer.

NAKŞİ ŞEYHİNE İNTİSAP

Çocukluk arkadaşı Sırrı Bey vasıtasıyla devrin manevi büyüklerinden Hasib ve Abdülaziz Efendilerle tanışan Topçu, bu kişilerden hayatı boyu sürecek etkiler alır, Nakşî şeyhî Abdûlaziz Bekkine Efendi'ye intisap eder. Topçu, Celâl Hoca (Celâl Ökten)dan da İslâmî ilimler yönünden faydalandı. Daha sonra İmam-Hatip okullarının kuruluşu sırasında Celâl Hoca ile mesai arkadaşlığı yaptı. Son olarak İstanbul Lisesi'ne tayin olunan N. Topçu buradaki görevinden emekli oldu (1974).

60 İHTİLALİNDEN NASİBİNİ ALDI

Fikirleri, duruşu, birikimi, eserleri, etkilediği ve yetişmesinde katkısı olduğu sayısız insanla cumhuriyet dönemi aydın profilinin en seçkin örneği olan Topçu, bir süre Edebiyat Fakültesi'nde H. Z. Ülken'in kürsüsünde eylemsiz-doçentlik yaptı. "Bergson" konusunda doçentlik tezi hazırladı. Fakat kadro alamadı. Doçentlik tezi Bergson daha sonra kitap halinde yayınlandı. 27 Mayıs 1960'a kadar uzun yıllar Robert Kolej'de tarih okuttu. 27 Mayıs'tan sonra devrim aleyhtarı bulunarak buradaki görevine son verildi.

TOPÇU MİLLİYETÇİ AKIMLARLA İÇ İÇE

Fikri faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği'nde sürdürdü. 1975 Nisanında hastalandı. Hastalığının teşhisinde güçlük çekildi. Pankreas kanserine yakalandığı ameliyatta belli oldu. Topçu, 10 Temmuz 1975'te vefat etti. Fatih Camiinde kılınan namazdan sonra Topkapı'da Kozlu kabristanına defnedildi. 
1939'dan itibaren çeşitli aralıklarla yayımladığı Hareket dergisi ile bir dünya görüşü mücadelesini şuurla yürüttü. 1939-42 Hareket dergilerindeki yazılarıyla, ruhçu ve mistik düşünüşün felsefî temellerini araştırdı.

KALP AHLAKI VE İRADEYİ ÖNCELEDİ

Topçu, teknik ve makina medeniyetine duyulan şuursuz ihtirasın asrın insanını boğduğunu, bu yüzden kendi benliğinden uzaklaşan insanın kurtuluşunun ancak öz kimliğine kavuşmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı. İnsan ruhunu demir pençeleriyle felce uğratan materyalizm, pozitivizm, sosyolojizm, pragmatizm akımlarına karşı çıkarken, akılcılığın bile ancak kalbîlikle değer kazanacağını belirtti. Kalb ahlâkı ve irade felsefesini ortaya koymaya yöneldi. 

ANADOLUCULUK AKIMININ ÖNCÜSÜ OLDU

Topçu, Hüseyin Avni Ulaş ve Fransa'da tanıştığı Remzi Oğuz Arık'ın tesiriyle benimsediği Anadoluculuğun âdeta ruhî, içtimaî programını yeniden çizdi. 1947-49 Hareket'lerinde bu çerçevedeki düşüncelerin İslâmi temellerini açıklığa kavuşturdu. Türk milliyetçiliğin İslâm dâvasından ayrılamayacağını, milletle dinin iç içe kavramlar olduğunu ortaya koydu. Ancak, İslâmiyetin hâmisi ve müdafii olarak görünen sahtekârlarla ve menfaatperestlerle mücadeleden de geri kalmadı.

1952-53 Hareket'lerinde Nurettin Topçu, değişen toplum yapımızı da batılılaşma karşısında, inancımızı ve tarihimizi savunurken, kapitalist ve komünist iki kamp arasında cemaatçi bir nizamın zaruretini öngören "yeni nizam"ın ana hatlarını çizdi. 1966-1975 Hareket'lerinde ise, daha önceki dönemlerde ileri sürdüğü düşünceleri, bütün fikir hamulesiyle yeniden kuvvetle ortaya koydu. İslâmiyetin, bu Allah'ın insanlar için seçtiği nizamı  bütün yönleriyle cesaretle belirtti.

TOPÇU’NUN ÖĞRENCİSİ PROF. DR. EMİN IŞIK ANLATIYOR: O YAŞAYAN HZ. ÖMER’Dİ…

Allah'a bağlı, Allah'ı seven bir insandı Nurettin Topçu. Din, ruh, maneviyat ve ahlak gibi konular onun temel hassasiyetlerini oluşturuyordu. Yunus da hem mistiktir hem de sosyalisttir baktığımızda. Evliyaullahın ekseriyeti de böyledir aslında. Topçu Hoca fakirden yanadır, haktan hukuktan yanadır, doğrudan dürüstten yanadır. Hakkı yenmiş olduğuna inandığı için Anadolu halkını acıyarak severdi. İstanbulluları ise beğenmezdi çünkü Anadolu'yu sömüren, bir tüccar, esnaf yahut komisyoncu gözüyle bakardı onlara. Bunların üretmedikleri halde üretenlerin hakkını gasp ettiklerini düşünürdü. Anadolu halkının sefaletinden, perişanlığından ve hakkının yenmişliğinden dolayı o insanların dertleriyle dertlenirdi

SORBONNE’DE 24 SAAT TÜRK BAYRAĞI DALGALANDIRIYOR

Bunun dışında hem milliyetçi hem de fazlasıyla dindardı. Onun milliyetçiliği, umumun menfaatini şahsi menfaatinin önünde tutmak şeklinde vücut bulmuştu. Aynı zamanda dindar kardeşlerini sevmek, onlarla beraber olmak şeklinde de görüyordu milliyetçiliği. Kuran-ı Kerim de; "Müminler ancak kardeştir" diye buyurmuyor mu zaten? Hoca buradan yola çıkarak din kardeşliğini öz kardeşlikten daha önemli görüyor, bunu bir dava kardeşliği olarak değerlendiriyor ve dindarlığıyla milliyetçiliğini de birleştirmiş oluyordu bir noktada. Bu duruma çok çarpıcı bir örnek vermek isterim: Sorbonne'da felsefe doktorasını birincilikle bitirdiğinde, okulun teamülleri gereği kendisine ödül verilmek isteniyor. Yetkililer; "Bir altın saat mi yoksa Amerika ve Kuzey Avrupa'ya mavi yolculuk mu" diye soruyorlar kendisine. Fakat Hoca, şahsı adına bir ödül istemediğini, eğer mümkünse Sorbonne Üniversitesi'nin giriş çıkışlarında 24 saat süreyle Türk bayrağının dalgalanmasını istediğini söylüyor ve bu isteği kabul ediliyor üniversite tarafından. Topçu, böyle bir milliyetçiydi anlayacağınız.

TOPÇU’NIN HAREKET EKOLÜ

Aksiyon, aksiyon. Aksiyon felsefesinin kurucusu Fransız Maurice Blondel'in Action kitabından dolayı kendi geliştirdiği akıma da "Hareket" adını veriyor Hoca. Topçu'nun çokça etkilendiği bir isim bu Blondel. Fransa'da sohbetlerine katılıyor, ziyaretine gidiyor sık sık hatta mektuplaşıyorlar. Kendisini etkileyen bir diğer isim de Sorbonne Üniveristesi'nde eğitim gördüğü yıllarda tanıdığı ve akıl yerine sezgiye önem veren görüşleriyle nam yapmış ünlü filozof Henri Bergson. Buradaki aksiyondan kasıt, amel-i salih dediğimiz şey aslında. Yoksa herhangi bir eşyanın yer değiştirmek için bir noktadan başka bir noktaya hareket etmesi değil! Topçu'nun vurguladığı aksiyon, iyiliği ve iyi olanı yaymak üzere yapılması gereken bir hareketi kapsıyor. Kötü huylarından arınıp iyi huylara yönelmeye doğru bir muhtevası var. Yani insanın hareketle birlikte kendi kendini değiştirmesi, olgunlaştırmasını salık veriyor.

KÖTÜYE, YANLIŞA KARŞI İSYAN!

Eğer bir yerde hürriyet kavramının önü boş bırakılırsa, orada kötülüklerin öne çıkması kaçınılmaz oluyor çünkü kötülük mahiyeti itibariyle daha atılgandır, şirrettir. Hoca'nın "isyan ahlakı" dediği şey, kötülüğe karşı tavır koymak, isyan etmek yani bir yerde harekete geçmektir. Eğer insanda yanlış olan şeylere karşı direnme gücü olmazsa kötülük alır başını yürür. İçinde yaşadığımız bu zamanda iyiliğin nasıl yaşatılacağını, kötülüğe karşı nasıl tavır alınacağını pek hesaba katmıyor insanlar ne yazık ki. Herkes iyilik yapsın diye söyleniyor ama iş eyleme gelince kimseden çıt çıkmıyor. Televizyonlarda görüyoruz mesela adam yolda duran savunmasız bir kediye sırf zevk olsun diye tekme atabiliyor. İşte Hoca'nın isyan ile ahlakı birleştirdiği nokta burası. Kötüye, yanlışa karşı isyan yani...

MASON OLMADIĞI İÇİN DERS VERDİRTİLMEDİ

Hoca’ya Mason olmadığı için o dönem üniversitelerde ders verdirtilmiyor. Özellikle o dönemlerde Türkiye'de bu işlerin yolu biraz buradan geçiyordu. Bu benim görüşüm ama Hoca'nın bizzat söylediği bir şey değil! Zaten Hoca, kendisine yapılan kötülüklerden, haksızlıklardan bahsetmeyi hiç sevmezdi ama millete yapılan kötülükler, haksızlıklar için haykırmaktan da hiç sakınmazdı. Kendisine birçok haksızlık yapılmıştır ama bunlardan şikâyetçi olduğunu hiç duymadım ben. İsmail Kara, Hoca'ya üniversitede kürsü verilmemesi konusunda çok isabetli bir şey söyler: "Böyle bir ilim ve fikir adamını üniversiteden uzak tutmakla, gençliğe büyük bir haksızlık yapılmıştır." Evet, Topçu'nun üniversite hocalığından mahrum bırakılması o dönem gençliğine de yapılan büyük bir haksızlıktır.

HOCAYI MİMLEDİLER

Hoca, Fatih Çarşamba'da yapılan ve bizim ilk öğrencileri olduğumuz İstanbul İmam Hatip Okulu'nda, din psikolojisi ve dinler tarihi derslerimize giriyordu ama ben Hoca'yı çok önceden de gıyaben tanıyordum, adını duymuştum. Beş sene Adana'da okuduktan sonra İstanbul'daki okulun yeni binasının yapıldığını duyar duymaz geldim. "Kontenjanımız doldu, yer yok bu yüzden size kayıt yapamayız" dediler. Allah razı olsun, Celal Ökten Hoca araya girdi de okula kaydolduk. İmam Hatip'i bitirdikten sonra Yüksek İslam Enstitüsü'ne girdim ben. Nurettin Topçu'nun burada da ahlak dersimize gelmesini istedik, bunun için girişimimiz oldu fakat onun yerine Osman Pazarlı Hoca'yı gönderdiler. Zaten Nurettin Bey; "Sizin kafanızı bozarım diye beni oraya almazlar" diyordu. Çevrede basında, devlette, milli eğitimde zaten mimli bir adamdı. Kendisine yapılan her şeyin de farkındaydı. Ortada hiçbir suç olmamasına rağmen bir şikâyet uydurup Denizli'ye, İzmir'e sürdürüyorlardı Hoca'yı. Basın diye bir şey yoktu ki o zaman. Hemen hepsi hükümet (CHP) ne derse onu dile getiriyordu. Talimat Ankara'dan gelirdi isteyen manşet yapardı isteyen yayınlamazdı. En büyük gazete dört sayfaydı. O devirde dinden bahsedersen şeriatçı, fakirlikten bahsedersen komünist, tarihten bahsedersen hilafetçi olarak mimleniyordun. Hoca da maşallah hepsinden bahsederdi. Sabahattin Ali'yi, Nazım Hikmet'i bile zorla komünist yaptılar. Boğaziçi'nde yalıda büyümüş, paşa torunu olan Nazım Hikmet'ten komünist olur mu hiç? Bizim komünistler genelde sosyeteden çıkmıyor mu zaten?

DERSLERDEN ÜCRET ALMIYORDU

Hoca'nın kadrosu esasen İstanbul Lisesi'ndeydi, maaşını oradan alırdı. Cuma günleri öğleden önce dört saat dersimiz olurdu Topçu'yla. Okul açıldıktan üç ay sonra, yılbaşına doğru okulun muhasebecisi Saime Hanım, Müdür Mahir Bey'e diyor ki; "Herkes ücretini aldı, bir tek Nurettin Bey gelmedi. Yalnızca bir gün dersi olduğundan ona ulaşamıyorum." Cuma günü birinci saatin sonunda okulun hademesi Nurettin Bey'i çağırıyor müdürün odasına. Müdür; "Saime Hanım'a uğramamışsın birikmiş ücretin varmış, onu al" diyor. Hoca; "Burası din okulu, ben buraya ücret için değil ibadet için geliyorum" cevabını verince Mahir Bey; "Yahu Nurettin Bey, sen imzanı at, istersen parayı alma biz onunla hayır hasenat yaparız. Saime Hanım'ın zimmetinde kaldı, kaybolursa sorumlu olurum diye korkuyor." Bunun üzerine Hoca; "Sen benden akıllısın Mahir Bey ama ibadet parayla olmaz. Ben onu kendi zimmetime kabul ettikten sonra ister yemişim, ister sadaka vermişim ne fark eder" diyor ve çıkıp gidiyor. Ben yıllar sonra Hoca'ya neden böyle yaptığını sorduğumda; "Evladım, burası din adamı yetiştiren bir okul. Siz fakir fukaraya ilim götüreceksiniz, dua edeceksiniz oralarda bir şey beklemeyesiniz. Benim örnek olmam lazım gelir. Örneği olmayan şey yok sayılır. Kitapta yazılan hakikat değildir, hakikat yaşanan şeydir" cevabını vermişti bana.

TAVİZSİZ BİR HAYAT SÜRDÜ

Nurettin Hoca, hayatını inandığını tatbik etme üzerine kuran bir adamdı. İnandığını taviz vermeden yaşayan, kimseden çekinmeden doğru bildiklerini yazan, kaypaklık yapmayan, hiçbir siyasi endişesi olmayan, toplumdan dışlanma korkusu olmayan bir adamdı. Mesela Necip Fazıl bile ona, sosyalizme olan yakınlığından dolayı çok yüklendi zamanında, Hoca aldırmadı hiç. "Hayat başka bir şeydir, inandığın gibi yaşayacaksın" derdi. Hz. Ömer'in iki tane mumu varmış, birini kendi işleri için, diğerini devlet işleri için yakarmış. Hz. Ömer'i görmedim, kitaplarda okudum ama benim gördüğüm Nurettin Topçu yaşayan bir Hz. Ömer'di deyim yerindeyse.

HAK HUKUK KONUSUNDA ÇOK HASSASTI

Hakka, hukuka olan aşırı hassasiyeti beni çok etkilerdi. Nurettin Bey çok dakikti mesela. Zil çalar, hiç oyalanmadan derse başlar, çıkış zilinde cümlesini bitirir bitirmez çıkardı dersten. "Teneffüs çocukların hakkıdır, titizlikle riayet etmek lazım" derdi. Ne kendi hakkını ne bizim hakkımızı yedirirdi. Bazı hocalar ayaklarını sürükleyerek sınıfa girer, teneffüs biteceği zaman sınıftan giderdi. Öyle örnekler de gördük, yaşadık. Hakka hukuka öyle riayet ederdi ki; bize bir kere gelse ve biz ona iki kere iade-i ziyaret yapsak "Hakkınız geçiyor çocuklar. Ben de size gelmeliyim; ne zaman geleyim" diye sorardı. İstediğiniz zaman buyurun gelin dediğimizde, "Olmaz öyle şey" deyip illa gün, saat belirtmemizi isterdi. Akşam 8 dersiniz mesela, 8'e 2 dakika kala gelse bile beklerdi ve zile tam dediği saatte basardı. Hani derler ya Konigsberg ahalisi saatlerini Kant'ın sokaktan geçişine göre ayarlarlarmış diye, o işin fasaryası, biz saatlerimizi Nurettin Bey'e göre ayarlardık vesselam.

BORCUNA SADIKTI

Bakın size birincil ağızdan dinlediğim bir anı daha anlatayım Topçu ile alakalı. Eski ahşap bir ev vardı, onu yaptırıyordu Hoca. Arkadaşlarından Yurdakul Dağoğlu var, işçilerin maaşları için sıkışmış, ondan bir haftalığına 800 lira kadar borç almış. Dağoğlu fazlasını teklif etse de; "Benim maaşım o kadar" diyerek reddetmiş. Aybaşında geri ödeyeceğini söyleyerek almış parayı. Eskiden öğretmenlerin maaşını Ziraat Bankası'ndan alıp okullara getiren mutemetler olurdu. Tam maaşların yatacağı gün, mutemet nedense gecikmiş ve akşam 5 buçuk gibi gelmiş. Hoca parayı aldığı gibi koşarak Yurdakul'un bürosuna gitmiş. Saat 19'a doğru varabilmiş ofise. Kan ter içindeyken; "Kusura bakma, mutemet geç geldi o yüzden geç kaldım" diyerek borcunu teslim etmiş. "Hocam neden zahmet ettiniz, yarın verirdiniz" diyen Yurdakul'a; "Yarın aybaşı değil ama sözüm bu şekildeydi" diye cevap vermiş Topçu Hoca. Allah rahmet eylesin.

TOPÇU’NUN KİTAPLARI HAKKINDA KISA BİLGİLER VE ALINTILAR
SOSYOLOJİ 

Demokrasi idareleri, henüz yerleştikleri memleketlerde tutunabilmek ve gelecekte feyizli eser verebilmek için, idare ettikleri halka, kendilerine hâkim olan zihniyeti kuvvetle ve emniyetle aşılayıcı bir siyasî terbiye vermeli ve bu zihniyetle idareye gözcü yeter bir nesil yetiştirmelidir. Demokrasilerden beklenen gaye ancak bu şekilde elde edilebilir. Aksi halde, demokrasi sürekli olamaz ve kendisinden beklenen insanlık idealine götüremez. Ancak şekli bakımından demokratik görünen, idare edenlerde mesuliyet şuuruna dayanmayan ve bu şuuru yaşatmaya yeterli siyasî terbiye sahibi bir nesil yetiştirmeyen demokrasi, ruhsuz bir iskeletten ibaret kalır ve idare edilen zümreleri oyalayarak bir zaman istismar etmekten başka bir şey yapmaz. 

MANTIK

Mantık, "doğru düşünmenin kaidelerini ortaya koyan ilimdir" diye tarif edilir. Düşüncemizin normal işleyişini Psikoloji ilmi anlatmaktadır. Ancak duygu ve irade olayları mantığı ilgilendirmez. Şu halde duygu ve irade olayları dışarda kalarak, sade zihin olayları üzerinde yaptığımız araştırmalarla, düşünmenin ilmini yapmış oluyoruz. Mantığın Psikoloji ile ilgisi işte bu noktada kendini göstermektedir; çünkü zihnin hakikate ulaşmak gayesiyle ne yolda işletilmesi gerektiğini bilmek için, onun kendiliğinden nasıl işlemekte olduğunu bilmek lüzumludur. Bu sebepten, bazıları mantığın "zekâ psikolojisi" olduğunu söylerler. Ancak psikolojide anormal haller, yani şuurun hastalık halleri de incelendiği halde, mantık zihnin yalnız normal işleyişini incelemek iddiasındadır. Şu halde "mantık, normal zekânın psikolojisidir" demek daha doğru olacaktır. Böylelikle mantığın psikolojiden ibaret olduğu görülürse de, hakikatte bu iki ilim birbirinden ayrıdır. Zira psikoloji, şuur hallerini oldukları gibi ele almakta ve ulaşılması gerekli olan herhangi bir gayeyi gözönünde tutmamaktadır. Mantıkda ise, hakikate ulaşmak gayesi güdülür. Hakikate ulaşmak için zihnin gelişi güzel işlemesi kâfi değildir. . 

MİLLET MİSTİKLERİ

Allah'ın yalnız insana bahşettiği büyüklük, insanlıktan ya alınıyor veya ona veriliyor. Çok kere beşerin en büyük bildikleri, ondan büyüklük çalanlardır. Bunlar, madde âleminin avcılarıdır; ihtiraslarının dizginlerini bırakmış, hareket âleminde her vâsıta ile iktidar ve saadet peşindedirler. Zavallı beşeriyet, kendi ruhunu paçavraya çeviren, bu kendi hırsızlarının meftunudur. Bunlar büyüklüklerini insanlığın bu vasfından çalarlar. İnsanlığa büyüklük bağışlayan gerçek büyükler ise, ruh dünyamızın fatihleridir. Bunlar bizdeki zaafları neşterlemekle işe başlarlar. Bu neşter bize ızdırap verici olduğu için onlar, kendilerine ilk düşman olarak kurtarmak istedikleri beşeriyeti bulurlar ve ilk mücadeleleri, kurtaracakları bu zümre ile olur. Bu mücadele, belki de mücadelelerin en çetinidir.

AHLÂK NİZAMI 

Kaynağını İslâm'dan ve insanlık tecrübesinden alan Ahlâk Nizamı, Türk toplumundaki çözülmenin nedenlerinin yanında somut çözümler içeren bir eser.
Ortadan çekilip kaybolan ahlâk nizâmı, hepimizin, hattâ bugünkü hayat şartlarının her türlü mâziye nazaran daha mükemmel olduğunu kendilerine bir teselli gibi kullanmaya özenenlerin bile, için için yaşattıkları bir kahrın, bir derdin, bir acının en ufak devâsını elimizde bırakmadı. 
Hayatımızı çekilmez bir yük haline koyan bu ahlâkî sefaletin tâ içimizdeki müthiş manzarasını nasıl anlatalım: Sanki korkunç ve şerir bir varlık, perdenin arkasındaki o iğrenç yüzlü ifrit etrafa saldırıyor. 
Gayzımız, isyanımız, son haddine gelmiş gûya vurmak için, gûya ezmek için yumruğumuzu kaldırıyoruz. Fakat heyhat, kolumuz bir bez parçası gibi bitkin, kesilmiş bir halde kuvvetsiz yere düşüyor. Etrafımızdan imdat istiyoruz, gözlerimizin önünde kuvveti temsil eden zümre lâkayıt gülüyor. Halka çevriliyoruz, cemaat sarhoştur, kendine gelemeyecek kadar sızmış bir halde. Kime yalvaralım? Nereye çevrilelim?..

BERGSON

1859 Paris doğumlu Henri Bergson'un felsefesinin tartışıldığı bu kitap, Bergsonculuğun diğer batı felsefe akımları arasında sezgi metodunu ortaya koyarak insana ümit ve imanı tekrar hatırlatması açısından önem taşıyor.
Bergson'un felsefesi, pozitivizm ile çeşitli izafiyeci (relativiste) felsefe sistemlerinin yıkıcı etkileri altında, mutlak hakikatı elde etmenin ümit ve imanını kaybeden XIX. yüzyılın insanlığına, bu asrın sonlarında sezgi metodunu ortaya koymakla, bir ümit ve imanı getirmişti. Bu sebepten her memlekette ilgi ve takdirle karşılandı. Tesirleri az zamanda bütün dünyaya yayıldı. Henüz yaşamakta iken onun kadar takdir ve alâka gören ve öylesine anlaşılan filozof belki de yoktur. Asrımızın başlarında yine birbirini takibeden rölativist felsefelerin karşısında Bergsonculuk, insanlık vicdanının ümit cephesinin adeta bekçisi oldu. Hayatının sonlarında mistisizmi şahane tahlillerle müdafaa eden tezini ortaya koyarken onda, Allah'ına kavuşmak isteyen inanmış bir ruhun hamlelerini hissediyoruz. Her bakımdan bedbaht asrımızda mutlakı arama yolunda belki bir ye'sin ifadesi olan varoluş (existentialisme) felsefesi, hâlâ Bergsonculuğun tesir sahasını doldurmuş sayılamaz. Bazı sathî taraflarına rağmen Bergsonculuk, insanlığın her asırda gözünü çekebilecek ümit ve ilham kapılarını açmıştır. 

BÜYÜK FETİH

Büyük Fetih, iki fethin, maddenin ve ruhun fethinin birleşmesiyle gerçekleşen bir fetih anlayışının ürünü bir eser. Saltanattan sıradan milliyetçilikten çok uzakta bir fetih anlayışı. Temelinde Mekke yatan bir fetih. Osmanoğullarının ele aldığı, Fatih'le, Yavuz gibi dâhi devlet adamlarının siyasî tarihe insan zekâsının hârikalarından biri halinde tevdi ettikleri devlet anlayışı, merkeziyetçi ve otoriteli devletti. Aynı zamanda hukuk-i ibaddan hükümdarı şiddetle mesul edici totaliter esasa dayanıyordu. Önce merkeziyeçti idi. Üç kıtaya yakın devlet ülkesini bir merkeze sımsıkı bağlıyordu. Eski Roma İmparatorluğu'nun koyu merkeziyetçiliği bizde adalet ve mesuliyet prensiplerine bağlı olarak akla hayret veren bir hukuk ve ahlâk nizâmı içinde yaşatılmakta idi. Bu devletin diğer karakteri otoriteli oluşudur. Lâkin onda otorite yâni tam iktidar, ortaçağın İngiltere Krallığı'yla, Papalık devletinde olduğu gibi hükümdarın keyf ve iradesinden doğma değildir. Halkın dimağını teşkil eden ilmiye sınıfına yâni münevverlere dayanır ve her hareketinden Allah'a hesap vermeğe mecburdur. Ancak bu hesap verme mecburiyeti, bu sorumluluk sadece âhirete bırakılmak suretiyle hükümdarın ferdî iradesine terk edilmemiştir. Bu devletin üçüncü karakteri hür bir totalitarizme dayanmış olmasıdır. Yâni bu devlet, halkın bütün ihtiyaçlarına uzanır ve onları karşılamaya çalışır. Hukuk-u ibaddan şiddetle mesuldür. Halk hizmetlerinde hürriyet prensibine halel vermeyerek bunların bir kısmını vakıf teşkilâtına bırakmıştır. Bunda teşkilâtın temeli halkın, idare devletindir. Sosyal teşkilâta devlet bünyesinde yer verilmiştir. Devlet kavramının değer ve gerçeğini hakkıyla ifade eden bu otorite rejiminde demokrasiye yâni halkın iradesiyle idare rejimine aykırılık, halkı inkâr ve millet iradesine karşı gelme değildir.

İRADENİN DAVASI / DEVLET VE DEMOKRASİ

Seri içinde iki eserden oluşan 7. kitap: İradenin Davası ve Devlet ve Demokrasi, Nurettin Topçu'nun insan iradesi ve siyaset-devlet görüşlerini içeriyor.
Gayesine ulaşabilen gerçek ve tam irade, fertten başlayan, aile ile devleti yani otoriteyi isteyen, millet ve insanlık basamaklarından da geçerek Allah'a ulaştıran iradedir. Biz damarlarımızdan sızan iradeyi, kendi eserimiz zannetmekle yanılıyoruz. Hakikatte irade birdir. O, istek halinde âleme yaygın kudretin bizdeki adıdır. Aslında kendi kendini isteme halindeki varlığın adı olan bu evrensel iradeye biz sadece iştirak halinde yaşıyoruz. İslâm dünyasının küllî irade, cüz'î irade ayırımı sun'îdir. Benliğimizde barınan iradeyi âlemin iradesinden, daha şahsî ve tam adı ile Allah'ın iradesinden ayırıp onunkine denk bir kudret gibi düşünmek, zavallı insanlığımızın aczinden fışkıran bir kibirden başka bir şey değildir. Hakikatte çarpışan kudretler yok; insanın sefâletleri ile ölçülemiyecek kadar büyük, âleme yaygın bir irade ile bizim ona iştirak eden ruh yapımız vardır. Bu iştirakin anlaşıldığı yerde insan şuur kazanıyor, yolumuz aydınlanıyor. Kurtuluş yolu diye, insan olan varlığımızı, sefaletleri ile birlikte mutlak samimiyet olan ilâhî iradeye ulaştırıp onunla birleştiren hareketler sistemine diyoruz.

İSLÂM VE İNSAN/MEVLANA VE TASAVVUF

Toplu eserler içinde iki eserden oluşan 6. kitap diğer kitapları bütünleyen insan ve tasavvuf üzerinde duruyor. Türlü sefaletlerle ihtirasların parça parça böldüğü hasta bir vücudu andıran İslâm dünyası, en bedbaht devirlerinden birini yaşıyor ve her İslâm memleketinde ruhlar birbirinden ayrılmış, birbirlerine saldırıyorlar. Her sene yüzbinlerle ziyaretçi ile dolan Kâbe'nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi ne siyasî, ne iktisadî, ne de esasında ilmî ve fikrîdir. Bu halin sebebi, İslâm'ın temeli ve Kur'an'ın özü olan ahlâkın kaybedilmiş olmasıdır. Bugünkü müslümanlar, birtakım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan, ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar. Kur'an harikası olan ilâhî ahlâk İslâm diyarında çoktan gömülmüştür. Ahlâk idealine karşı ruhlarda işlenen bu zulmün tarihte çok tekrarlanan tehditleri, bugün büyük sanayi medeniyetinin insanı makinalaştıran ve makinaya esir yapan zulmüyle elele vermiş bulunuyor. Belki yakın bir gelecekte büyük petrol kuyularıyla İslâm ülkelerinin tröst sahipleri bu vasıflarını şeyhlikle birleştireceklerdir. İnsanlığın beşbin yıllık ruh ve vicdan eserini inkâr ederek düşünmeyi günah sayan sefaleti din diye tanıtan gerilikle taassup, bu zulme sığınmış bulunmaktadır. Kalbe karşı gelen kaideleri İslâm çerçevesi içinde insan ruhunun esaret zinciri yapmakla geçinenler kendilerine din adamı dedirttikçe ve halkın bunlara hörmet ve itibarı devam ettiği müddetçe İslâm dünyasının, içinde yüzdüğü sefaletten kurtulması imkânsızdır. 

İSYAN AHLÂKI

İsyan Ahlâkı, Nurettin Topçu'nun (1909-1975) Sorbonne Üniversitesi'nde yapmış olduğu doktora tezinin tercümesidir.
Biz, hem uysallığa, hem de anarşizme karşıyız. Her türlü sosyolojizme, yani toplum gerçeğinin her şey olduğu anlayışına karşı olduğumuz kadar, bencil ve katı ferdiyetçiliğin de karşısındayız. Ferdin, sadece bütün iradeleri aynı şekilde belirleyen bir İrade karşısındaki uysallığını kabul ediyoruz. Bize göre selâmet, tarih ve insanlıkla birlikte, tarihin ve insanlığın var oluş sebeplerini içinde bulacakları bir mutlak'a bağlanmaktan ibarettir. Aklı başında bir insanlık, kendini asla gayesi ve gerçekleştireceği mukadderatı olmayan bir varlık olarak düşünemeyecektir. Kendi gayesini bilecek noktaya erişmese bile o, sanki bu gayeye arka arkaya gelen nesillerin sonsuzluğunda ulaşılacakmış gibi hareket edecektir. 

KÜLTÜR VE MEDENİYET

Bir asırdan beri memleketimizin başta gelen derdi medeniyet meselesidir. Geçmişte büyüklüğü dünyaca bilinen Türk milletinin medeni varlığa sahip olmadığını önce Batı'yı tanıyanlar ortaya attı. Tanzimatla başlayan Batı münasebetleri, birçok nesillerin gözünü kamaştırdı. Aydınlar, Batı'nın yükselişindeki sırrı aramaya koyuldular ve bu araştırmayı yaparken farkında olmadan kendi iç dünyalarını Batı'nın içinde buldular. Birbiri ardı sıra birkaç nesil "Avrupa'ya benzemek için ne yapalım?", "Garplılaşma nasıl olmalı?" diye uzun zaman sayıkladılar. O nesilleri Batı taklitçiliğine, hem de ruhları duymadan sürükleyen kuvvet, başlangıç noktasında bağlandıkları aşağılık duygusu olmuştu. 

REHA

Reha, Nurettin Topçu'nun 1926-1936 yılları arasında yazdığı ve bugüne kadar yayınlanmamış bir gençlik romanı. Taşralı kitabında bir araya getirilen hikayeleri için olduğu kadar, fikir hayatı ve dünya tasavvurunun teşekkül devri hakkında önemli ipuçları veriyor.

MEHMET ÂKİF

Büyük adamların başka bir vasfı da münzevi oluşlarıdır. Onlar kalabalığın içinde yalnız yaşarlar. Üçüncü bir vasıf olarak, büyük adamların devlet ve ikbal mevkilerinden uzak durduklarını görüyoruz.

TAŞRALI

Sanatta bir "Anadolu romantizmi" oluşturmak amacında olan yazar, idealist aydınların hak yolunda verdikleri hizmet mücadelesini öne çıkarıyor. Onun hikayelerini okuyanlar muzdarip bir ruhun çırpınışlarını, merhamet hamlesini ve ötelere uzanan aşkını mutlaka hissedeceklerdir.

TÜRKİYE'NİN MAARİF DAVASI

Türkiye'nin Maarif Davası sözde modern eğitim sistemine kaynağını Kur'an'dan alan Anadolu insanının ruh yapısından beslenen Türk mektebi tezli bir eleştiridir. Millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin, kendine özel olan mektebi vardır. Millî mektep, zihniyet ve örflerile, metodları ve müfredat ile, terbiye prensipleri ve psikolojik temeller ile, hattâ binasının yapı tarziyle kendini başka milletlerinkinden ayırır. Bizde vaktiyle medrese millî mektepti. Lâkin milletin ruhu ve içtimaî inkişafını takip edememiş ve cihanın fikir ve irfan hayatiyle bağlarını çoktan koparmış olduğundan, olduğu yerde enkaz halinde yıkıldı, çöktü. Öbür taraftan, Batı'da tekâmül eden insan düşüncesinin seyrini biz kendi âlemimizde devam ettiremediğimizden, açılan yeni mektep, hakikat aşkının mâbedi olmadı. Parça parça bilme hevesi, evrensel ve ilâhî hakikat aşkının yerini tutamazdı. Hakk'a götüren yol diye kendini hakikata adamak, gerçek mektebin yoludur. Hakikat aşkına sahip insanlar, cemiyetin içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet içinde en yüksek ve muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatın ihtirası cemaat içerisinde bir umumî cereyan, büyük bir hareket haline gelmedikçe, millî mektep gerçekten var olmayacaktır.

VAROLUŞ FELSEFESİ/HAREKET FELSEFESİ

Asrımızda tesirlerini bütün felsefe âlemine hatta bütün düşünce dünyasına yayarak genişleten varoluş felsefesinin doğuşu geçen asrın başlarındandır. Hatta onun hazırlıklarını Pascal'da bulmak kabil oluyor. II. Cihan Harbi'nden sonra pek acayip anlayışlara yol açan bu felsefenin esası şudur. Eski Yunan'dan beri felsefe, hakikat olarak eşyanın özünü araştırıyordu. Öz, duyularla tanınamayan, bir olan, hiçbir zaman değişmediği halde, değişen ve duyularla tanınan bütün varlıkların esası olan ve onları var kılan şeydir.

YARINKİ TÜRKİYE

İlk baskısı 1961'de yapılan Yarınki Türkiye, hareket felsefesinden yola çıkarak kanatlarını İslam düşüncesine, sanatına açan bir kültürel-sosyal mücadelenin altyapısını oluşturan denemelerden oluşuyor.
Yarınki Türkiye'nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemiyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir. Yarınki Türkiye'nin kurucuları, millet ve cemaat uğrunda fedakârlıklar kabullenenlerin artık bulunmadığı cemiyetimizde, muhtelif sîmâda insanları şahıslarında birleştireceklerdir. Onlarda Yunus Yavuz'la birleşecek; Sinan Âkif'e uzanacak; Ebu Hanife Hüseyin Avni'yi tebrik edecektir. Ve onların eseri olan yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu'nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna 

NURETTİN TOPÇU'NUN ESERLERİ 

•İsyan Ahlakı
• Yarınki Türkiye
• İslam ve İnsan
• Ahlak Nizamı
• İradenin Davası
• Mehmed Akif
• Felsefe
• Büyük Fetih
• Bergson
• Amerikan Mektupları Düşünen Adam Aranızda
• Ahlak
• Devlet ve Demokrasi
• Sosyoloji
• Millet Mistikleri
• Psikoloji
• Mantık
• Mevlana ve Tasavvuf
• Reha
• Kültür ve Medeniyet
• Taşralı
• Varoluş Felsefesi Hareket Felsefesi
• Var Olmak
• Türkiye'nin Maarif Davası

 

Gazeteilksayfa.com

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.