Aşık Paşa kimdir, hangi dönemde yaşadı, türbesi nerede?

Aşık Paşa kimdir, hangi dönemde yaşadı, türbesi nerede?

Aşık Paşa kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemde yaşadı, türbesi nerede bulunuyor, Hacı Bektaş-ı Veli ile yolları nerede kesişti, kimlerden etkilendi, önemli eserleri neler? Neden Kırşehir’e yerleşti?

Edebi kişiliği tüm dünyaya yayılan ünlü mutasavvıf Aşık Paşa’nın hayatını sizler için derledik: 

Aşık Paşa kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemde yaşadı, türbesi nerede bulunuyor, Hacı Bektaş-ı Veli ile yolları nerede kesişti, kimlerden etkilendi, önemli eserleri neler? Neden Kırşehir’e yerleşti? 

İşte cevabı:

Asıl adı Ali’dir. Mahlası olan Âşık, zamanla adı gibi kullanılmaya başlandığından Âşık Paşa namıyla tanınmıştır. 1272 yılında Nevşehir’in Gülşehir ilçesinde doğan Aşık Paşa, 1333 yılında Kırşehir’de vefat etmiştir.

Türbesi Kırşehir’de bulunmaktadır.  

asik-pasa-portre.jpgÂşık Paşa’nın hayatına dair bilgilerin çoğu, oğlu Elvân Çelebi’nin kaleme aldığı Menâkıbü’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye (Menâkıb) adlı yaklaşık 2 bin beyitlik mesneviye dayanmaktadır. Elvân Çelebi, eserinin 500 civarında beytini babasına tahsis etmiştir.

Menâkıb dışında, başta Amasya Tarihi olmak üzere başka kaynaklarla çalışmalarda da Âşık Paşa’nın biyografisine dair malumat mevcutsa da bu hususta temel kaynak Menâkıbu’l-Kudsiyye’dir.

ANADOLU’YA HORASANDAN GELDİLER

Âşık Paşa, 13. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya gelen bir aileye mensuptur. Âşık Paşa’nın, “Baba İlyâs” olarak bilinen ve tam künyesi Ebü’l-Bekâ Şeyh Baba İlyâs bin Alî (ö. 1240) olan dedesi, beraberindeki Türkmenlerle birlikte Horasan’dan gelerek Amasya yakınlarında bugün İlyas adıyla bilinen Çat köyüne yerleşmiş, bağlılarına Babaî denilen ünlü bir şeyhtir.

Baba İlyâs’ın, tarihte Babaîler İsyanı veya Babaîler Hareketi diye bilinen Türkmen ayaklanmasındaki rolüne dair kaynaklarda muhtelif bilgiler varsa da bu hadisede ciddi rolü ve katkısı olduğu kuşkusuzdur. Baba İlyâs bu olaylar sonucunda Amasya’da öldürülmüştür. Baba İlyâs Horasânî’yle birlikte, hepsi de “Paşa” unvanıyla anılan diğer üç oğlu Ömer, Yahyâ ve Mahmûd da öldürülmüştür. Sağ kalan oğlu Muhlis (Paşa), Şerâfeddîn Hoca denen biri tarafından kurtarıldı. Yedi yıl Amasya’da kaldıktan sonra Mısır’a gitti ve burada yedi yıl yaşadı. İntikam almak için Anadolu’ya tekrar dönen Muhlis Paşa, Konya’da defalarca -Menâkıb’a göre 17 kez- hapse girip çıktı. Muhlis Paşa, Mevlânâ’nın öldüğü 1273-74 yılında, oğlu Alâaddîn Alî (Âşık Paşa) henüz iki yaşındayken vefat etti. 

AŞIK PAŞA’NIN DOĞUM YERİ GÜLŞEHİR

Muhlis Paşa’nın en büyük oğlu olan Âşık Paşa, 1271-72 yılında Nevşehir’in eski adı Arapsun olan Gülşehir ilçesinde doğduğu bazı kaynaklarda dile getirilmektedir. Âşık Paşa, Bursalı Mehmed Tâhir’e göre de Kırşehir’e sonradan yerleşmiştir.

Aşık Paşa’ya verilen “Paşa” kelimesinin kökeni ve anlamına dair çok farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ayrıca Hüseyin Hüsâmeddîn’in “paşa” kelimesinin kökenine dair yazdığı Paşa Armağanı adlı risâlesi de kayda değer önemli bilgiler içermektedir. O dönemde aynı unvanla tanınan başka kimselerin de varlığı düşünüldüğünde kelimenin “Anadolu Selçukluları’nda ve Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde savaşçılara ve dinî nitelik taşıyan kimselere saygı için verilen gayrı resmi unvan” manası Âşık Paşa için de uygun görünmektedir. Âşık Paşa’nın ailesine mensup kimselerin mezar taşlarında kelimenin “Başa” olarak yazılması dikkat çekmektedir.

asik-anit-001.jpgVASİYET ÜZERE KIRŞEHİR’E GETİRİLİYOR

Elvân Çelebi, babasının ahlâk ve faziletini uzun uzun anlatırken hayatına dair fazla bilgi vermez. Menâkıb’a göre Muhlis Paşa, ölümünden kısa bir süre önce babasının halifelerinden Şeyh Osmân’ın Kırşehir’deki zaviyesinde yaptığı vasiyette ondan, oğlunun, ölümünün üzerinden on yıl geçtikten sonra Arapsun’dan (Gülşehir) alınıp Kırşehir’e getirilmesini ister. Şeyh Osmân bu vasiyete uyarak Alî’yi (Âşık Paşa) Gülşehir’den Kırşehir’e getirtir. Onun gelişiyle “kır”, “Gülşehir” olmuştur: “Sözlerini kabûl kıldı şeyh / Kırı Gülşehr kıldı geldi şeyh”

İlk derslerini sonradan kayınbabası olacak olan Şeyh Osmân’dan alan Âşık Paşa, Mevlânâ’nın halifelerinden ve Kırşehir’de bir Mevlevî hankahı kuran Süleymân Türkmanî’nin tedrisinden de geçti. Âşık Paşa’nın “şeyh” olduğu Menâkıb’da açıkça anlatıldığı gibi Latîfî Tezkiresi, Şakâ’ıku’n-Nu’mâniyye ve Hadâ’ıku’ş-Şakâ’ık gibi eski kaynaklarda da teyit edilmektedir. Ancak şeyhlik makamına ne zaman oturduğu ve mensup olduğu tarikat konusu açık değildir.

Elvân Çelebi, eserinde babasının birçok halifesinin adını da tek tek zikreder. Amasya Târîhi’nde yazdığına göre devrinin siyasî faaliyetlerine karışan Âşık Paşa, Emîr Çoban’ın oğlu ve Anadolu valisi meşhur Timurtaş’a vezir olmuş, onun başarısızlıkla sonuçlanan isyanından sonra gittiği Mısır’da hapsedilmiş, 1331-32 yılında Amasya’ya giderken Kırşehir’de ölmüştür. Âşık Paşa, 13 yaşında geldiği Kırşehir’de 63 yaşında iken vefat etmiştir. Âşık Paşa, Kırşehir’de, bugün Ankara-Kayseri otoyolu üzerinde bulunan kendi adıyla anılan mezarlık içindeki türbesinde medfundur. Türbesinin kuzey cephesinde bulunan Farsça kitabede de doğum yılı ve ölüm tarihi kayıtlıdır. 

KİTABESİNDE ŞUNLAR YAZMAKTADIR:

Sâhib-i ilm-i ledün kutb-ı yegâne merd-i Hak
Şeyh Başa ibni Muhlis ibni Şeyh İlyâs’dan
Âmed ender ha’ (خع) be-âlem bâz şod ender zelec (ذلج)
Sîz-deh rûz ez-Safer leyl-i se şenbih ey fülân

Âşık Paşa; Hacı Bektaş ve Ahi Evran’ın manevi nüfuzunun güçlü olduğu keza Süleymân Türkmanî vasıtasıyla Mevlevîlik cereyanının da hüküm sürdüğü, Köprülü’nün ifadesiyle “muazzam bir fikrî ve edebî inkişâf”a sahne olan Kırşehir’de, yine ona göre muhtemelen dedesi veya babasının kurduğu zaviyede etrafına birçok mürit toplamıştır. Latîfî, Âşık Paşa’nın Anadolu’ya Sultân Orhan zamanında dışarıdan geldiğinden başka Hacı Bektaş’la “muâsır ve muhâsib” olduğu bilgisini de verir.

asik-pasa-turbesi.jpg

HACIBEKTAŞ-I VELİ’NİN SOHBET MÜRİDİ

Keza Âşık Paşazâde Târîhi’nin matbu nüshasını hazırlayan Âlî Bey de düştüğü dipnotunda Âşık Paşa’nın Hacı Bektaş’ın sohbet müridi olduğunu bütün tarihçilerin doğruladığını ifade eder. Müstakîmzâde daha ileri giderek Âşık Paşa’yı Hacı Bektaş’ın halifesi olarak takdim eder. Aşık Paşa’nın Kırşehir’de uzun müddet ikamet ettiği, gerek Mevlevîler, gerekse Hacı Bektaş bağlıları ve gerekse de yörenin en etkin dinamiği olan Ahilerle irtibat içinde bulunduğuna kuşku yoktur. Nitekim Latîfî’nin ifade ettiği “musahip” derecesinde bir yakınlık olmasa da Hacı Bektaş’la görüşmesi, onun dervişleriyle Şeyh Süleymân Türkmanî’den ders alması Mevlevîlerle iyi ilişkiler içinde olduğuna delalet eder. Keza Garîb-nâme’de fütüvvetin önem ve değerine dair pek çok beytin varlığı Ahilerle de yakın münasebetinin işaretleri kabul edilebilir. Bununla birlikte, devrinin en saygın şeyhlerinden biri olduğu anlaşılan Âşık Paşa’nın Kırşehir civarındaki bu oluşumlarla bir rekabet ve nüfuz mücadelesi içinde olması da mümkün ve muhtemeldir. Köprülü bu hususu daha açık bir tarzda ifade ederek “Adı geçen büyük şeyhlerin o sırada ölmüş bulunmaları, Âşık Paşa’nın bu husustaki muvaffakiyetine elbette âmil olmuştur. Fakat buna rağmen bir taraftan Bektaşîlerin, bir taraftan Ahi Evren ve Şeyh Süleyman tarafdarlarının, onun propagandasına mani olmak için çalıştıkları şüphesizdir.” Hüseyin Hüsâmeddîn’e göre Hacı Bektaş, Âşık Paşa’dan beş sene sonra ölmüştür.

HAK AŞIĞI BİR MUTASAVVIF

Arapça ve Farsçanın yanı sıra biraz Ermenice ve İbranice de bildiği anlaşılan Âşık Paşa, hakkında bilgi veren kaynakların ittifak ettiği husus; onun itikadı tam bir mümin, Hak âşığı bir mutasavvıf, sözü sohbeti sevilerek dinlenen, diğer ilimlerin yanı sıra “ledün ilmi”ni de öğrenmiş bir âlim, dünya ile ahiret dengesini kurmasını bilen büyük bir şeyh olduğudur. Elvân Çelebi, onun ölümüne büyük-küçük, zengin-fakir, kadın-erkek, genç-yaşlı, yerli-yabancı herkesin, hatta her din ve kavimden insanın üzülüp yas tuttuğunu kaydeder.

ESERLERİ:

1. Garîb-nâme: Âşık Paşa’nın en büyük ve kendisine asıl şöhretini kazandıran eseridir. Aruzun fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla yazılan eser yaklaşık 10 bin 500 beyit tutarındadır. Garîb-nâme tercüme değil, telif ve tamamen orijinaldir. Bu yönüyle Anadolu’da telif edilmiş hacimli ilk eser sayılır. Esas itibarıyla tasavvufî olup Allah’a ulaşma yollarının anlatıldığı Garîb-nâme’nin en kayda değer özelliği hiç kuşkusuz Türk dilinin horlandığı bir dönemde bu dille yazılması ve bunun da özellikle vurgulanmasıdır. 

2. Fakr-nâme: Aruzun fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla yazılmış 161 beyitlik kısa bir mesnevidir. Bu tasavvufî eserde “alçakgönüllülük” Tanrı tarafından çeşitli renklere bezetilmiş Fakr adlı bir kuş olarak tasvir edilmiştir.

3. Vasf-ı Hâl: Bu da Garîb-nâme ve Fakr-nâme gibi fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbında kaleme alınmış 39 beyitlik küçük bir mesnevidir. Fakr-nâme ile aynı yazma nüshalarda bulunmaktadır. Dünyanın mazi, hal ve istikbal olarak üç zamanı olduğu, insanın en çok “hâl”e kıymet vererek Hakk’a şükretmesi gerektiği konusundadır. 

4. Hikâye: Raif Yelkenci’ye ait olan ve şu an nerede olduğu bilinmeyen bir Garîb-nâme nüshasının sonunda yer alan bu eser de Paşa’nın yine fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezninde kaleme aldığı kısa mesnevilerindendir. 59 beyit uzunluğundaki manzumede aslında zeki olmayan kişilerin kendilerini zeki imiş gibi göstermelerinin sonucu mizahî bir tarzda anlatılmıştır. 

5. Kelâm-ı Âşık Paşa: Millî Kütüphane Yz. A 3103/6 numarada kayıtlı bir risaleler mecmuası içinde yer alan eserin adı bulunmadığı için başlıktaki ibare uygun görülmüştür. 

6. Fürkat-nâme: Âşık Paşa’nın bir başka küçük mesnevisidir. Aruzun mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün kalıbıyla yazılmış 56 beyitten oluşmaktadır. Bu küçük manzumede adından anlaşılacağı üzere “ayrılık” teması işlenmiştir.

7. Kîmyâ Risâlesi: “Risâle-i Âşık Paşa der-Hakk-ı Kîmyâ” başlıklı bu küçük mesnevi Çorum İl Halk Kütüphanesi Nu. 2889’da bulunan bir mecmuanın içinde yer almaktadır. 

8. Elif-nâme: Elif’ten yâ’ya kadar lâmelif de dâhil olmak üzere, bütün mısraları Arap alfabesindeki 29 harfin her biriyle başlayan yedişer beyitlik 29 gazelden (203 beyit) ibarettir

9. Risâle fî Beyâni’s-Semâ’ (Semâ’ Risâlesi): “Âşık Paşa’ya atfedilen” eserler arasında sayılan bu risale, Âşık Paşa’nın bilinen tek mensur eseridir. 

10. Şiirleri: Başta Câmi’u’n-Nezâ’ir olmak üzere en eski şiir mecmualarında da, daha yakın zamanlarda düzenlenen mecmualarda hatta cönklerde de Âşık Paşa’nın şiirlerine rastlanmaktadır. Şairin, kısa mesnevileriyle Elif-nâme’deki 29 gazeli hariç olmak üzere bugüne kadar 46 manzumesi tespit edilerek yayımlanmıştır. Bu şiirlerden dördü kaside, ikisi murabba’, diğerleri gazel nazım şekliyle yazılmıştır. Kasidelerin tamamı “tevhîd” tarzındadır. 

ESERLERİNDEN ÖRNEKLER

GARÎB-NÂME’DEN
İy Hudâvendâ senün lutfun delim
Sensin âhir hem hakîm ü hem Alîm
Hem Habîr u hem Basîr u hem Şekûr
Hem Rahîm u hem Kerîm ü hem Gafûr
Cümle sensin âşikârâ vü nihân
Bî-zamân u bî-mekân u bî-nişân
Ne sana akl irebilür fikr ile
Ni seni dil eydebilür zikr ile
Pâdişâhsın sen bize biz kul senün
Yog-ıduk biz sen bizi var eyledün
Cânı sen virdün tene vü câna ten
Cân tene cândur u cânun cânı sen
Işk u devlet akl u dâniş cân gönül
İşigünde cümle boynı baglu kul
Cümle sendendür bizüm sermâyemüz
Zât içinde nakd u genc ü mâyemüz
Var ne hod biz bir avuç toprag-ıduk
Toprag olmadın ho küllî yog-ıduk
Cümle varlık bes senündür yâ Celîl
Evvel ü âhir sana sensin delîl
Ne ola bizde ne var lâyık sana
Gelmedi bir lâyık iş önden sona
Sana lâyık kanı akl anlayası
Yâ kulak kanı sözün dinleyesi
Kanı lâyık göz ki sini boylaya
Kanı arı dil ki zikrün eyleye
Kanı gönül kim kıla her dem niyâz
Kanı dostlık kanı kullık kanı nâz
Kanı tâ’at hazret’e arz itmege
Kanı kuvvet dogru yola gitmege
Kanı lâyık ten ki emrüni duta
Emr içinde ola her dem ol dü-tâ
Kanı nefs kim emrüne izzet kıla
Emr içinde kul ola kemter kula
Kanı ol cân kim sana lâyık-durur
Sini sevmeklik ana bayık-durur
Kanı ol ışk-ı hakîkî kim bizi
Ala ilte göstere görklü yüzi
Kamusı ol Hazret’e lâyık degül
Anda arza geçmegi bayık degül

GAZEL

Âyet-i hüsnün görüp îmâna gelmişlerdenüz
Aç cemâlün mushafın Kur’ana gelmişlerdenüz
Dilberâ men’ etme gel bizden zekât-ı vaslını
Âsitân-ı devlete ihsâna gelmişlerdenüz
Şimdiden yanmış değül mihrün odına cân u dil
Nâr-ı ışka biz ezelden yana gelmişlerdenüz
Ey tabîb-i cân lebün dârüşşifâsından senün
Âşık-ı dil-hastayuz dermana gelmişlerdenüz
Âşık-ı bîçâreye ey şâh-ı âdil eyle dâd
Hâlimüz arz etmeğe dîvana gelmişlerdenüz

GAZEL

Işk odı düşdi cânuma eritdüm ciger yağını
Kırdum hevesler kökini yandurdum oda yağını
Kazdum kahır kazmasıyla canda cefâ ocağını
Çaldum bu nefsüm boynına himmet eri bıçağını
Kudret tozı sürmesini çekdüm gözüm sebeline
Hikmet ünin işitmege açdum canum kulağını
Rahmet suyı ile yudum gönlüm yüzini arı hoş
İstiğfar u zârî-y-ile düzdüm îmân durağını
Her kim bana bin taş ura bin gül nisâr olsun ana
Ekdüm müddeî gözine alçaklığun toprağını
Kim ki söger ise bana karşu duâ kılam ana
Urmağa kasd idenlerün yatam öpem ayağını
Bana yanın bakanlarun sen devletin artur anun
Urdum yüregüm başına yudup nûş itmek dâğını
Işkun elinden Âşık’un iki bükildi kâmeti
Tevfîk işiginden ana sundum şükür dayağını

SEMÂ’ RİSÂLESİ’NDEN

İmdi bu hikmetleri kim âleme nakş eyledi ve Âdemîye bahş eyledi. Göz virdi bize anı görmek-içün. Kulak virdi işitmek-içün. Dil virdi söylemek-içün. El virdi dutmag-ıçun. Ayak virdi yürümek-içün. Gönül virdi bilmek-içün. Aklı virdi anlamak-ıçun. Cân virdi cünbiş-içün. Ten virdi hareket içün. Ömür virdi dirlik-içün. Ve lîkin ol ömri bir yıl içinde kodı. Eger kişinün yaşı bin olsa yılı birdür. Kamusı ol bir yıl içinde geçer. Bin kez gelse hemân yine ol bir durur. Ve lîkinol bir yıla dört fasl virdi: Üç ay yaz, üç ay yay, üç ay güz, üç ay kış. Ol on iki perde kim on iki aydur. Bu dört fasla havâle kıldı kim yaz u yay u güz [ü] kışdur. Bu dört faslı ol dört oyına bırakdı kim çarh u raks u mu’allak u pertâvdur. Görsene üç ay yaz geçer, çarh içinde. Nitekim eydür şi’r:
Yaz oldı yine yir yüzi yaşıl tona geldi
Kış geçdi şükür saglıg-ıla yıl döne geldi
Kış kahrı-y-ıla kalmış-ıdı kamu halâyık
Uş halk üzere lutfı Çalap’un yine geldi
Ya’nî kim yıl çevrindi; hâl döndi, ölmiş yirler dirildi, kurımış agaçlar yeşerdi, aruk olmış gevdelerde et bitdi, sogılmış tamarlara su döküldi. Kış yaza döndi; kahr lutfa degşürildi, sovuk issiye, ziyân assıya. Bu yıl çevrindügi, hâl döndigi çarh ‘alâmetidür. Pes üç ay yaz çarh içinde geçer. Yaz geçdi. Bu kez yay geldi. Yay güninde âlem halkı be-küllî raks içindedür, hareket eyler, raks urur.

Devrin bilgin ve şairleri başka dillerle şiirler yazar, kitaplar yazarken Âşık Paşa'nın çağlar ötesi bir görüşle cümle Türk yoldaşlarını gaflet uykusundan uyarmak için Garipname'sini öz Türkçe ile yazışı ve: 
Gerçi kim söylendi bunda Türk dilli 
İlle masum oldu mani menzili 
 Çün bulasın cümle yol menzillerin 
 Yirme gel pes Türk ve Tacik dillerin
Kamu dilde var idi zabt-u usul 
 Bunlara düşmüş idi cümle ukul 
 Türk diline kimesne bakmaz idi 
 Türklere her giz gönül akmaz idi 
Türk dahi bilmez idi ol dilleri 
İnce yolu ol ulu menzilleri 
 Bu kitap anunçin geldi dile 
 Kim bu ehli dahi mani bile 

Türk dilinde yeni manalar bulalar 
 Türk-Tacik cümle yoldaş olalar 
 Yol içinde birbirini yirmiye 
 Dile bakıp maniyi hor görmiye 
diye haykırışı bugün bile derin derin düşündürecek bir olaydır. 
 

Gazeteilksayfa.com

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.