Sultan Abdülhamit Han kimdir? Yahudiler'in Abdülhamit kininin nedeni ne?

Sultan Abdülhamit Han kimdir? Yahudiler'in Abdülhamit kininin nedeni ne?

Sultan Abdülhamit Han kimdir? Hangi dönemde yaşadı, Osmanlı’yı hangi dönemlerde idare etti, en önemli icraatları nelerdir, kendisine niçin suikastlar düzenlendi? Yahudiler'in Abdülhamit kininin nedeni ne? İlber Ortaylı Abdülhamit Han’ı nasıl anlatır?

Kimilerine göre “Kızıl Sultan” kimilerine göre de “Ulu Hakan” olarak anılan Osmanlı Devleti’nin 33 yıl tahtta kalan, 34. padişahı 2. Abdülhamit’in hayatını sizler için derledik:

Sultan Abdülhamit Han kimdir? Hangi dönemde yaşadı, Osmanlı’yı hangi dönemlerde idare etti, en önemli icraatları nelerdir, kendisine niçin suikastlar düzenlendi, suikasta kimler sevindi, ünlü tarihçi İlber Ortaylı hangi ilginç yorumu yaptı? Abdülhamit kendisini tahttan indirilmesi tebligatı için karşısında Yahudi Emanuel Karassou’yu görünce ne dedi? Yahudiler'in Abdülhamit kininin nedeni ne?

İşte cevabı:    

Sultan Abdülmecid’in oğlu olan Abdülhamit Han, 21 Eylül 1842 yılında İstanbul'da doğdu. 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan vefat etmiş, kendisine Abdülmecid’in diğer eşi olan ve çocuğu olmayan Piristü Kadın bakmış, Abdülmecid’in ölümünden sonra Abdülhamit Han’ın eğitimi ile amcası Abdülaziz yakından ilgilenmiştir. Sarsıntılı bir dönemde Osmanlı Devleti’nin başına geçen Abdülhamit Han, Batı’ya karşı dengeci olmuş Doğu’ya karşı İslamcı politikalar izlemiştir. Abdülhamit Han Osmanlı Devleti’nin 34. Padişahı ve 113. İslam halifesidir.

Sultan Abdülhamit Han, devleti parçalama ve yok olma yoluna götüren Meclis-i Mebusan’ı kapatıp devlet idaresini eline alıp Ayastefanos antlaşmasını imzaladı. Berlin antlaşması ile kaybedilen toprakların bir kısmını geri aldı.

MEMLEKETİ YENİDEN İMAR ETTİ

Abdülhamit Han büyük meseleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti’ni dahiyane bir siyaset, adalet ve büyük bir kudretle yönetti. İki yüz elli milyon tutan Osmanlı Devleti’nin borçlarını yüz altı milyona indiren Abdülhamit Han, memlekete büyük bir imar faaliyeti ile eğitim öğretim seferberliği başlatmış cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü gibi bir çok icratın çoğunu kendi şahsi parasından yaptırmıştır. Ülkenin dört bir yanını demiryolları ile döşeyen Abdülhamit Han, Yunanlıların Girit’te isyan çıkartıp Türkler üzerinde toplu katliam yaptırması üzerine Yunanistan’a harp ilan etmiştir.

YAHUDİ THEODORE HERZL’E TOKAT GİBİ CEVAP

Yahudilerin Filistin’de devlet kurma isteğine karşılık Osmanlı Devleti’nin borçlarının silineceğinin teklifinde bulunan Yahudilerin önderi Theodore Herzl’e karşı Abdülhamit Han, “Bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir!” demiştir.

ikili-son-001.jpg
Abdülhamit Han’dan intikam almak isteyen Yahudiler içerdeki işbirlikçileri devreye sokarak kendisini tahttan indirmek için var güçleriyle çalışmışlardır. Sultan’ı gözden düşürmek için her türlü iftira atılırken diğer taraftan suikastlar tertiplenmiştir. Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal’ın “Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan” şeklinde ortaya attığı iftiralara sarılan yerli işbirlikçiler genç neslin zihnini yalan ve iftiralarla kirletmişlerdir.  

II. Abdülhamid Han tahttan indirilirken şu sözleri söylemiştir:

“33 sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım. Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resulullah’tır. Bu memleketi nasıl buldumsa, öylece teslim ediyorum; hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi Cenab-ı Hakkın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki, düşmanlarım bütün hizmetlerime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak oldular.”

Dine olan bağlılığı, güzel ahlakı, edep ve hayası, akıl ve adaletiyle bilinen Abdülhamit Han, tahtan indirilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden devletin topraklarının dörtte üçü elden çıkmıştır. 33 yıl idarede kalan Abdülhamit Han, tahtan indirilmesiyle Ortadoğu kan gölüne çevrilmiş Arap Alemi Siyonistlerin oyuncağı haline gelmiştir.
 
SULTAN II. ABDÜLHAMİD DUASI

“Allah’ım helal etmiyorum! Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum! Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili’nin (Muhammed) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem…” demiştir.

Hazindir ki, tahttan indirilişini Sultan Abdülhamit’e tebliğ için parlamentoca seçilmiş bulunan dört kişilik heyete ısrarla Selanik mebusu Yahudi Emanuel Karassou kendisini de dahil ettirmişti. Koca Sultan, bu heyette o Yahudi’yi de görünce, diğerlerine dönüp:

“–Sizler Müslümansınız! Beni halife olarak görüp görmemeyi arzu etmek hakkınızdır. Lâkin bu Yahudi’nin aranızda işi ne?” demekten kendini alamadı.

Onlar da, bu söz üzerine başlarını önlerine eğdiler. O zaman Sultan, bütün bu olanların mukadderat icabı olduğunu düşünerek:

“Bu, Aziz ve Alim olan Allah’ın takdiridir…” (Yasin, 38) mealindeki ayet-i kerimeyi okumuştur.

31 Mart ayaklanmasıyla tahttan indirilmesi kararlaştırılan II. Abdülhamid, 3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulmuş, 1912 senesinde Beylerbeyi Sarayı'na getirilmiştir. Bundan 6 sene sonra 10 Şubat 1918 yılında İstanbul’da vefat eden II. Abdülhamid, Divanyolu’nda bulunan Sultan II. Mahmut Türbesi'nde defnedilmiştir.

SULTAN II. ABDÜLHAMİD ZAMANINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN PROJELER

II. Abdülhamid tahtta olduğu dönemde bir çok proje gerçekleştirmiştir. Bunlardan bazıları şu şekildedir;

- İlk kız okulları II. Abdülhamid döneminde açılmıştır.

- Tahta çıktığı sene 250 olan rüştiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan idadi sayısı 109'a çıkarmıştır.

- 1877 senesinde İstanbul’da bulunan modern ilkokul 1905 senesine gelindiğinde 9 bine ulaşmıştır.

- II. Abdülhamid, Abdüllatif Suphi Paşa'nın ilk defa bir kız sanat okulu açma projesine açıkça destek vermiştir.

- Sirkeci ve Haydarpaşa garları II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır.

- Hicaz Demiryolu II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır. Bu projeyle alakalı yapılan her şey yerli girişim ile olmuştur.

hicaz.jpg

- 1877 yılında Posta Telgraf Teşkilatı bir bakanlık haline getirildi ve 1900 senesinde PTT’de ilk defa bir ‘havale kalemi’ devreye girmiştir.

- 1901 senesinde Şehir Postaları kurulmuştur.

- 1876 senesinde Avrupa’da kullanılmaya başlanan telefon, 1881 senesinde Türkiye’ye getirilmiş ve sınırlı sayıda olsa da kullanıma sunulmuştur.

- 1899 senesinde günümüzde hala faaliyette olan Şişli Etfal Hastanesi II. Abdülhamid tarafından kurulmuştur.

- II. Abdülhamid 25 Mart 1906 tarihli fermanı ile Okmeydanı'nda bulunan Darülaceze'nin kurulmasını sağlamıştır.

İLBER ORTAYLI: 2. ABDÜLHAMİD PADİŞAH OLMASA DÜNYA MARKASI OLURDU

Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı Abdülhamit Han’ı anlatıyor: Birinci sınıf bir sanatkar, padişah olmasa herhalde milyarder olurdu. Dünyanın her yerinde marka olurdu. 2. Abdülhamid için söylenen "Kızıl Sultan", "Pinti Hamid" gibi ifadeler çok yakışıksız. Sultan Abdülhamid Han tahta çıktığı zaman kendisinin istemediği ve çok vatanperver fakat yanlış bir politikayla sürüklendiğimiz bir harple karşılandı. Bunu önlemek durumu söz konusu değildi.

ilber.jpg

BALKANLAR KAYNIYORDU

O dönemde Rusya'nın Panslavizm politikası yürütüyordu. Aslında bunun öncülüğünü yapacak durumda değildi fakat müthiş bir Panslavizm dalga yayılmıştı ve içeride bazı insanlar 'Acaba biz Rus muyuz yoksa Slav mıyız?' diye sormaya başladı. Tolstoy böyledir, Bendiksen böyledir ama bazıları da -içlerinde Dostoyevski de vardır- İstanbul'a çan takmaya hazırlanıyorlardı. Balkanlar kaynıyordu. Bu ülkede huzur artık bozulmuştu. Bütün Slav dünyası gibi, Avusturya Slav dünyası nasılsa Osmanlı Slav dünyası da kıpırdama halindeydi. Bu kıpırdanma giderayak barut fıçısına dönüştü. Devlet tabii bununla baş etmek zorundaydı. Bu ayaklanmaların hepsi bastırılabildi.

3'TE 1 ORANINDA GAYRİMÜSLÜMLE PARLAMENTO

Abdülhamid Han tarafından ilan edilen 1876 anayasası ve meclisteki gayrimüslim oranı ilginçti. Bu meclisin bir özelliği vardı. Hiçbir büyük imparatorlukta idare edilen halklar bu kadar rahat temsil edilmezdi. 1905'te kurulacak ilk Rusya dumasında sadece 3 tane Müslüman mebus vardı, Yahudi mebus hiç yoktu. Düşününüz ki dünyanın en kalabalık Yahudi ülkesiydi o zamanlar, dünyanın kalabalık Müslüman ülkelerinden biriydi Hindistan'dan sonra. Yani aşağı yukarı Rusya Müslümanlarının sınırı Kırım Volga'dan başlar Çin sınırına, Türkistan'a kadar uzanır. Üstelik buradaki temsilin bu kadar sınırlı tutulması şaşılacak şeydi. Biz 3'te 1 miktarda gayrimüslim üyeyle parlamentoyu topladık.

SULTAN ABDÜLHAMİD DEVRİNE TOPRAK KAYBEDEREK GİRDİK

Sultan Abdülhamid devrine, topraklarımızın çok önemli, bereketli kısımlarını kaybederek girdik. Bulgaristan ve Dobruca bugünkü sınırlar itibariyle... Maalesef kaybedilenden çok kaybedilecek şeyler başladı. Hemen Berlin kongresinin arifesinde Ermeni olayları hızlandı. Rejimle, Osmanlılıkla bağdaşan ve bu imparatorluğu kabul eden Ermenilerin dahi tasvip etmeyecekleri hareketler ve gruplaşmalar başladı. Yani bir nevi 1821-1829 Yunan ayaklanmasının başarısını 50 sene gecikerek takip eden bir ikinci unsur ortaya çıkmıştı. 2. Abdülhamid’in Bazı konularda son derece yatıştırıcı, olayları önceden gören bir tarafı vardı, bir tarafıyla da yapacak bir şeyi yoktu. Çünkü Türkiye'nin aydın sınıflarının maalesef yetişme tarzları ve bilgileri gelişen dünyanın problemlerini kavrayacak durumda değildi" değerlendirmesinde bulundu.

HAKKINDA NE DEDİLER:

Sultan Abdülhamid Han hakkında Le Dernier Sultan (Son Sultan) adıyla roman üslubunda bir eser kaleme alan Michel de Grees, bir söyleşisinde şöyle demekteydi:

“Abdülhamid Han’ın gerçek hayatı, hayali yendi. Hiçbir roman yazarı bir tek kişinin etrafında dönen bunca cinayet, inkılab devlet darbesi ve dramı uyduramaz. Abdülhamid’in hayatı gerçekten de romaneks unsurlarla dolu…”
Gerçekten de hakkında en çok çalışma ve araştırma yapılan, eser verilen, araştırdıkça derinleşen ve yeni bilgilerle dönemi her yıl biraz daha aydınlanan Osmanlı sultanı idi…

O, üç kıtaya hâkim İmparatorluğumuzun son hükümdarı idi. Ülkenin çok zor dönemlerden geçtiği bir süreçte tahta oturmuştu. Bu süre içinde büyük bir gayret ve feragatle ülkeyi ayakta tutma çabası verdi. Otuz üç yıl saltanat sürdü.
Batılıların hasta adam dediği Osmanlının tahtına oturan hakan Sultan Abdülhamid, siyaseti, kişiliği şahsiyeti ve otoritesi ile devletini büyük bir dünya gücü hâline eriştirmeyi bilmişti.

Ne yazık ki bu büyük Türk hakanı ülkemizde, günümüzde de olduğu gibi hep “Kızıl Sultan mı, yoksa Ulu Hakan mı?” tartışmalarının gölgesinden de çıkamadı.

İFTİRA FURYASI BAŞLIYOR

Abdülhamid Han önce Osmanlı Devleti’ni yıkmak isteyen dış mihrakların saldırısına uğradı. Bunlar bu büyük Türk hakanına Kızıl Sultan, müstebit, zalim, kan emici vb. ağır hakaretlerle saldırdılar. Bunlara aldanan Jön-Türkler de yeraltı örgütleri kurarak gizlice çıkardıkları dergiler ve gazetelerle düşmanların söylemlerini tekrarladılar.

İkinci Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Osmanlı ülkesinde Abdülhamid Han’a saldırmak sanki bir meziyet hâlini almıştı. Güya sansür kaldırılmıştı. Sansürün kaldırılmasının anlamı, Türk’ün hakanına ve Müslümanların halifesine küfretme izni verilmesi gibi algılanmıştı. Veya birileri öyle kurguluyordu. İkinci Meşrutiyetle birlikte bu yüce hakanı tahtından alaşağı etmenin planları yapılıyor gibiydi 

İŞBİRLİKÇİLER BİRBİRİYLE YARIŞTI

Öylesine bir karalama ve iftira furyası oluştu ki bunlar ileriki yıllarda da mutlak doğruymuş gibi kabul edilecekti. İttihatçılar Padişahı kötülemede ve karalamada yabancıları fersah fersah geçmişlerdi.

Abdullah Cevdet, “Padişah hakkında yüz yalan uydurdum sonradan birine ben de inandım” diyerek bu acımasız saldırganlığa işaret edecektir. Cumhuriyet döneminde de ne yazık ki bu karalama kampanyası devam etti. Abdülhamid Han, kızıl sultan tanımlanmasından bir türlü kurtulamadı. Ardından Necip Fazıl Kısakürek’in “Ulu Hakan Abdülhamid Han” kitabı çıktı. 1980 sonrası üniversitelerimizde padişahla ilgili yeni söylem şu olmuştu: Padişahın kızıl sultan mı ulu hakan mı tartışmalarında orta yol tutmak… Bunun ne manaya geldiğini anlamak gerçekten güçtü. 

OBJEKTİF DEĞERLENDİRME YAPILAMADI

Kendisini övmekten övebilmekten öcü gibi korkan bir akademisyenler grubu vardı. Padişahı hakkıyla anlatamıyorlardı. Neticede Osmanlı Devleti’nin 34. Padişahı olarak saltanata geçen bu hakan, meşrutiyet dönemleri hariç tutulursa 1908 yılına kadar, tek karar mercii olarak ülkenin iç ve dış siyasetini yönlendirdi. Bu açıdan bakıldığında 33 yıllık hükümdarlık döneminin yaklaşık 30 yılında ülkeyi kendi fikirleri ve inisiyatifi doğrultusunda yönetmişti. Dolayısı ile hataları ve sevapları ile bu dönemin icraatlarından o sorumludur. Objektif olarak değerlendirmeli, okuyucu da notunu vermelidir.

GÜNÜN ŞARTLARINI BİLMEK GEREK

Abdülhamid Han devrini anlayabilmek için tahta çıktığı sırada hem Osmanlının hem de dünyanın güçlü devletlerinin durumunu çok iyi bilmek lazımdır. O dönemde Osmanlının idari, siyasi, mali durumunu iyi analiz etmek gerekmektedir. İkincisi onun dönemini değerlendirmek ve ardından da ondan sonra neler olduğunu öğrenmek gerek.
Mesela Türk insanı padişahtan sonraki on senede ülkenin düştüğü durumu neredeyse hiç sorgulama yapamadı. Zira İttihatçıların on yıllık iktidarları sonrasında ülkenin ana merkezi Anadolu da işgal altına düşmüş bulunuyordu. Biz bir dört yıl daha kurtuluş mücadelesi altına düştüğümüz için bu devri düşünmeye dahi fırsat bulamadık. Zira can pazarı yaşanıyordu. Ardından Osmanlı Devleti yerine Cumhuriyet idaresine geçilince bunu yapma imkânı tamamen ortadan kalktı.

PADİŞAH’IN MÜTHİŞ ÖNGÖRÜSÜ

 Siyasetçilerin birbirleri hakkındaki ithamları bir yana bırakılırsa ilim adamlarının daha objektif bir biçimde değerlendirme yapmaları gerekirdi, bu da olmadı. Hâlbuki Abdülhamid Han’ın İttihatçılara bıraktığı ülke, üç kıtada etkisini devam ettiriyordu. 6 milyon kilometrekareden ziyade bir toprağı vardı. Dünyada büyük bir prestiji bulunuyordu. Saltanattan çekilirken;

“Şayet bu ülkeyi on yıl idare edebilirlerse yüz yıl idare etmiş gibi sevinsinler” demişti. Padişah, bu teşhisinde tam isabet kaydetmişti. Neticede İttihatçılar, on sene dahi dolmadan dokuz senenin sonunda bir milyon kilometrekareye düşmüş perişan bir ülke bırakmışlardı.

Cenazesinde bütün bir millet gözyaşı dökmüştü. Sanki gidenin o değil devlet olduğunu görüyorlardı. Onu tahtından alaşağı edenler de büyük ıstıraplarını dile getireceklerdir.

Padişahın azılı düşmanlarından Filozof Rıza Tevfik büyük pişmanlığını şu ifadelerle dile getirecektir.

Nerdesin, şevketli Sultan Hamid Han,
Feryadım varır mı bargâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına!
 
Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek, hey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına.
.....
Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

Süleyman Nazif ise şu ifadeleriyle onun kıymetini ve yapılan hataları tarihe mal etmiştir:

 Padişahım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz.
 
Dem-bedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket matemde, öksüz taht u taç
Hasret olduk eski istibdada biz.

Ahmed Rasim Bey ise Padişahın idaresi ile ondan devralanların arasındaki uçurumu şu çarpıcı beyitiyle ifade etmiştir:

Sen değil naşın hükümdar olsa elyakdır bize
Dönsün etsin taht-ı Osmaniye tabutun cülus

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN'A YAPILAN SUİKAST GİRİŞİMİ

Diplomatik yoldan ve anarşi ile bir neticeye ulaşamayacaklarını anlayan Ermeni komiteciler, Abdülhamid Han hayatta olduğu müddetçe de hiçbirşey elde edemeyeceklerini anlayarak padişah'a suikast tertip ederek öldürmeye karar verirler.

Suikast planının tatbiki için uluslararası anarşistlerle temasa geçerler. Belçikalı anarşist Jorris İstanbul'a gelerek Padişah'ın selamlık merasimlerini takip eder.

Padişah'ın her Cuma günü Yıldız camiinden çıktıktan sonra l dakika 42 saniyede arabasına bindiği tesbit edilir. Suikast için Viyana'da hususi araba yaptırılarak parçalar halinde İstanbul'a getirilir. Daha sonra İstanbul'da monte edilir. Çok büyük tahrip gücü olan saatli bomba arabaya yerleştirilir ve Yıldız camii önüne Padişahın arabasının yanına bırakılır. Suikastçilere göre her şey tamamdır. Fakat onlar takdir-i İlâhiyi hesaba katmamışlardır. Padişah o gün âdetinin hilafına olarak Şeyhülislam Cemâleddin Efendi ile birkaç saniye konuşmak için cami kapısında durur. Tam o sırada bomba müthiş bir gürültü ile infilak eder. Atların kemikleri etrafa sıçrayarak çevredekileri yaralar. Camiin önündeki saat kulesi padişaha siper olmuştur, herkes telaş içerisinde sağa sola koşuşurken Abdülhamid Han yerinden kımıldamaz ve yüksek sesle telaşa kapılmanın yersiz olduğunu hatırlatır. Bu şekilde suikast akim kalmış olur.

SUİKASTA SEVİNENLER

tevi.jpgSuikastın başarısızlığına üzülenler arasında emperyalist devletler ve Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı vatandaşı olup ta ismi fazlaca duyulanlar da vardır.

Tevfik Fikret ve Ahmet Refik Altınay bunlardan ikisidir.

Tevfik Fikret, Ermeni komitacıları tebrik eder, fakat padişahın ölmediğine neredeyse ağlar ve üzüntüsünü bomba hadisesini işlediği "Bir lahza-i teah-hur" şiirinde şöyle dile getirir:

"Ey şanlı avcı, damını bîhûde kurmadın,
Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!"

İttihatçı subaylardan olan Ahmet Refik Altınay hadiseyi şöyle nakletmektedir:

"Osmanlı milletini Abdülhamit zulmünden kurtarmak için bu hareket-i kahramânânenin, Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olduğu anlaşıldı."

 

Gazeteilksayfa.com

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum