Ahmet Sefa DİKTEPE

Ahmet Sefa DİKTEPE

Biz olmak

Biz olmak

Sultan Alpaslan Han’ın Malazgirt Ovasında Anadolu coğrafyasını Türk milletine yurt yapmak için verdiği mücadelenin ardından neredeyse bin yıl geçti.

Bu süreç içerisinde bu topraklarda kalmanın bu toprakları almaktan daha zor bir iş olduğunu müşahede ettik. Dünyanın medeniyet mihveri olan bu coğrafya aynı zamanda jeopolitiği itibariyle de kıtalararası siyasi ve iktisadi bağların en önemli kesişme noktası…

Maddi ve manevi zenginlikleriyle dünyanın gözdesi olan bu topraklarda yaşamanın bedelini bin yıldır en ağır biçimde ödüyoruz. Merhum Dündar TAŞER’in bu meseleyi tek cümleyle özetlediği şu sözü vatanımızın bütünlüğüne her kast edildiğinde bir kere daha aklıma geliyor. “Biz çadırımızı sırtlanların yolu üzerine kurmuşuz.” 


Bugün her şeyde bir değişim gözlendiği gibi savaşların ve barışların karakterinde de bir değişim görüyoruz. Bugün devletler topraklarını askerleri vasıtasıyla korumanın yanında kültürlerini, ekonomilerini, sanal dünyalarını vb. savunmak mecburiyetindedirler. Bizim için de durum bundan farksız değildir. 


Milletimiz tarihte üstlendiği misyon itibariyle de birçok emperyalist vizyon sahibi devletin tarihi hasmı konumundadır. Bu hasımlık iddiası silahla olamasa bile siyasi muarızlık, iktisadi muhasımlık benzeri şekillerde devam etmektedir. 
Bugün ülkemizde yaşanan ekonomik dar boğaz dâhil birçok nümayişin ardı biraz araştırıldığında ortaya ayan beyan böyle bir tablo çıkmaktadır.

Fakat bizleri bu sonuca ulaştıran sebepleri, neleri doğru yapamadığımızdan böyle sonuçlara muhatap olduğumuzu da anlamak mecburiyetindeyiz. Her olayı sadece dış güçler parantezinde değerlendirerek sorumluluklarımızı kenara atmanın bu kabil tertipleri engelleyemeyeceği çok açıktır. İğneyi de çuvaldızı da bu seferlik kendimize batırmak belki de bu karışıklıkların önünü almada bize önemli bir yol haritası çizecektir. 


Bu ve buna benzer süreçleri müşahhas yönleriyle değerlendiren birçok bilim insanı, yazar ve mütefekkir var. Fakat bizi bu sürece götüren mücerret amilleri değerlendirenlerin sayısı çok az. Sözü eğip bükmeden ifade etmek istediğim hakikat bizi biz yapan değer yargılarımızdan koptuğumuz ve kendimize bigane kaldığımız için bu durumlara düşmüş olmamız.


Biz asıl bizi bulamadıktan, kendimiz olamadıktan sonra ekonomimiz dünya sıralamasında birinci olsun, büyümemiz kıtaları aşsın, siyasi kuvvetimizin yaptırım gücü her noktaya ulaşsın neye yarar. İdeali, ülküsü servetine servet katmak, maddeyi her şeyin üstünde tutmak olduktan sonra bu millete Türk milleti denebilir mi?


Sinan’ın kattığı muhtevayı katmadıktan sonra bin Süleymaniye yapsak, Kanuni lakabını hak etmedikten sonra her kıtaya hükümdar olsak ne yazar…


Geçenlerde Milli Eğitim Bakanımız Sn. Ziya Selçuk Bey’in çok önemli bir cümlesine şahit olduk: “Çocuklarımızı çift kanatlı yetiştireceğiz bunlardan biri bilim öbürü erdem, ahlak…”İşte Türkiye sorunlarını da böyle çözmek mecburiyetinde çift kanatlı…

Bir taraftan ekonomik üretim tedbirleri alırken diğer taraftan ahlaki yozlaşmayı engellemek, bir taraftan dış politikayı dizayn ederken diğer taraftan kültür emperyalizmini engellemek, bir taraftan sınırlarımızı korurken diğer taraftan Müslüman Türk’ün ruh kökünü korumak…

Ancak böyle bir anlayışla ileriye dair ümitlerimizi perçinleyebilir, milletimizin istikbaline dair umut sahibi olabiliriz. Yavuz’u ve Yunus’u aynı ruh teknesinde mayalandıran bu medeniyet ancak ve ancak aynı milli şuurla yeniden dünyaya kafa tutacak bir seviyeye ulaşabilir.

Bize tekrar küresel hesaplar yaptırabilecek tek çıkış yolu çağın ihtiyaçlarıyla milli ülkülerimizi buluşturup maddeyi mananın emrine sokarak bu millete ruh kökündeki mayayı hatırlatmaktır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR