Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

Mutluluk Yanılgısı

Mutluluk Yanılgısı

İhtiyaçları ile ihtirasları arasında tercihe zorlanıyor insan. 
Örtüsü açılmadık kaygılar pompalanıyor kılcal damarlarına. Oysa “açlık ve korku” bir damardan girince, iflahı gayri kabili rücu (geri dönülemez) hal alırdı bedeni insanın. 

Sabırla sınanmamız bundandır. “Elbette sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.” (2/155) diyen kuşatıcı gücün ve sahibi kaderin sonsuz öngörüsü buna en yakın tanık. Yokluk korkusu, açlık korkusunu tetikledikçe korkunun o korkunç sarmalına kaptırdı insan kendini.     

Selamın, kelâmın ve meramın; öncelik sıralamasında hızla yer değiştirdiği bir noktadayız. İlahi skalanın değişkenleri oynak bir borsa işlemi gibi duruyor önümüzde. Rollerin gömleği, rol modele uymayınca, modeller rol alıyor sahnemizde. Modelliğin revaçta olması belki de bu mobil rol kıvraklığında saklı.

İsmet ÖZEL: ”Modern zamanlar, insanların değil, kalabalıkların mutluluğunu düşünür” derken, derin bir toplumsal yaraya da işaret eder. Mutluluk, kalabalıkla insan arasında pay edilecekse bu paydan aslan payını “çoğunluk” almalıydı! Serbest pazar kuralları bunu gerektiriyordu çünkü.
“Modern zamanlar”, ihtirasların artı bir arzusunu tetiklerken ihtiyaçların tüketim kalemine yansımasına da engel oluyordu bir bakıma. Eskilerin, “dünya hevesi” karşısındaki rikkati; yenilerin, “arzuların heykeli” putuna yenik düştü.

Çarpık mutluluk algısı; vefanın olmadığı yerde felaketin, sefanın olmadığı yerde sefaletin, cefanın olmadığı yerde cehaletin boy göstermesine önayak olacaktı. Bu yüzdendir ki bedelsiz olan kıymetsiz, edersiz olan kedersiz doğacaktı. 

Bütün bu sıralananlar; ihtirasların gölgesinde demlenme hayali ile ihtiyaçların pençesinde debelenen yeni bir birey modeli sunuyor belleklerimize. Vitrin tutkusu, beğenilme virüsü, onanma beklentisi; içtenlik kültürünün de fermente sürecini hızlandırıyor.

Bir nehir gibi sessiz ve derinden ilerlemesi gereken iyilikler, avazı çıktığı kadar üst perde bir çığlıkla kulaklarımızı kuşatıyor. Kasırga şiddetinde yankılanıyor ve demir bir kapı gibi çarpıyor muhatabımızın mahcup yüzüne.

Mutluluğu, “ben” tekilinde ve bedeninin tekelinde arayan insan, çoğalmayı unuttukça “biz” teklifinden hızla uzaklaştı. Bunu yaparken; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine” diyen Nazım Hikmet`e kulak tıkamanın bedelini de ödemeyi göze aldı.

Olumsuz algılar tövbesiz yanılgıları beraberinde getirdi. Bunu takiben; modern çağda, salgın bir ruh savrulması baş gösterdi. Tutunamayanlar; tutkularının tutuklusu, muannit tutumlarının tutucusu haline geldi. 

Umudunu yitirmeden, uçurumun kıyısında tutulduğu çiğdemin o narin köküne tutunmayı denedi. Belki de “en sağlam kulpa” (3/103) tutunmayı unuttuğu günden beri, “ben” den ve tenden geçemedi.   

Avucunda tutamadıklarının ardında koşmayı, kayıp giden umutlarına yeğ tutunca, mutluluk da kayıp gitti göğünden bir kuş gibi. Kalbinin sesini dinlemedi inatla. Ev ödevinin edasını unutunca; kalbinin bu elim kazası, başının da belası oldu.

Bir yerde okumuştum; “Bir gün herkesin tektaşı olacak” diye yazıyordu. Belki de bu yürek yangınıydı, bir şiirimizin son dizesine; “Avuçla dünyayı taşmayacak ellerinden bilesin” dizesini düşüren.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
SON YAZILAR