Ali İLKBAHAR

Ali İLKBAHAR

Unutulmayan Zamanlar

Unutulmayan Zamanlar

Kurulduktan bu tarafa milyonlarca kilometre arazisi olan, din, dil, ırk renk gözetmeden, ayırmayan Osmanlı, parça parça parçalanıyor. İmparatorluktan hainlerin ve yabancıların yardımları ile dünyanın hiç yaşamadığı bir katliam, yağmalama yok etme insanın kanını donduran katliamlar yapılıyor.

Camiler kilise oluyor yıkılıyor yok oluyor. Nehirlerden adeta su yerine kan aktığı söyleniyor. Tarihi gizlenen yazılmayan karanlık günleri insanlığı tiksindiren katliam yok etme zulüm yılları başlıyor. Bu katliamlar bugüne kadar dünyanın değişik kıtalarında Miamar, Kudüs, Afrika, Asya, Türkistan, Yemen, Fas, Tunus, Libya ve daha sayamadığım milyonlarca Osmanlı topraklarından işkence, zulüm, çığlıklar yükseliyor.
Sonradan pişman olan bir kısım Osmanlı aydınları yıkılışta çığlıklarda çaresiz kalmışlardır. Anadolu’yu çarıkla karış karış dolaşarak istiklal marşımızın yazarı sayın Mehmet Akif ERSOY istiklal marşında vatan sevgisinin doruk yaptığı insanın tüylerini diken diken eden kahraman milli şairimiz ülkesini ağlaya ağlaya terk etmiş Mısır’a yerleşmiştir. Sonrada vatan hasretine dayanamayarak geri ülkesine dönmüştür.

Vatan şairi büyük insan çok zorluklar yaşamıştır.
Bir gün Fatih camiine zabıtalar bir cenaze getirmişler. Başında kimse yok. Kimsesi olmayan, sahipsizlerin cenazesini belediye kaldırdığı içinde, zabıtalar getirmişler.
Oradan geçen bir grup genç cenazeyi merak edip baktıklarında milli şairimiz vatan için, davası için bir ömür adanan sayın Mehmet Akif Ersoy. Gençler ikiye ayrılmış bir kısmı cenazenin başında bir kısmı da üniversiteye giderek arkadaşlarını cenazeye davet etmişler. Yol boyu fatih camiine kadar mahşeri bir kalabalık oluşmuştur.
Osmanlı büyük komutanı Kazım Karabekir ömrünün sonunda evinde kömür alamayacak yoksulluk içinde vefat etmiştir.

“Merhum Başbakan Adnan Menderes, 1952 yılında bir NATO toplantısı için Fransa’ya gitmiştir.
Bir ara Paris (Fransa’daki Türk) Büyükelçisini yanına çağırarak;
– “Osmanoğulları ailesinin Paris’te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?” diye sorar. Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde :
– “Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der. Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir.
Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.
Devlet-i Âliye’nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han’ın, 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.
Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır ve :
– “Anne ne olur affet bizi, geç geldik” der.
Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına :
– “Sen kimsin“? diye sorar. Menderes :
– “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıyım“ der.
– “Ben başbakanım” sözünü duyan koca sultan, sevinçten öyle bir çığlık atar ki, kalbi duracak gibi olur, bayılır.
Menderes Türkiye’ye döner dönmez, doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkar.
– “Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım“ der. Celal Bayar da :
– “Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle, silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilal yapar” der.
Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.
Mektupta şunlar yazılıdır :
– “Analarının ve babalarının Fransa’da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim.
Adnan Menderes.”
Menderes’in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla, Menderes istifadan vazgeçer.
Dönüş :
İstanbul’a dönenler arasında, Sultan II. Abdülhamid’in hanımı ve kızı da vardır.
Bir sabah erken saatte Teşvikiye’deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi Menderes’tir.
– “Şayet kabul buyururlarsa, Valide Sultan’ı görmek isterim” der.
Başında tülbent, elinde tespihiyle, Menderes’i karşılayan Şefika Sultan :
– “Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz…” der. Başbakan da :
– “Teşekkür ederim Valide hazretleri, hoş bulduk…” demesinden sonra, Şefika Sultan kendisine :
– “Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık” der. Menderes de :
– “Zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek, hayır duanızı almak ve bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim” der.
Ayrılırken, daha sonraları Yassıada da onun da hesabının sorulduğu, şişkince bir zarf bırakır.
İşte Menderes’in amansız suçlarından birisi budur.

Sormak gerekir :
Ecdadımız bunları hak edecek ne yapmıştır?
Sabık (eski) Sultan Vahdettin’in tabutu da, bilindiği gibi alacaklıları olan, İtalya – San Remo’daki kasap ve bakkal tarafından haczedilmiştir.

Bu yaşananlar, onların 600 yıl boyunca ülkelerine yaptıkları hizmetlerine karşılık bir “bedel” midir ?”(1)
Atalarımıza sahip olamadığımız gibi, onların miraslarına da sahip çıkamamışız. Koskoca imparatorluktan Anadolu kaldı. Burada da Osmanlıyı yıkanlar burada da yok etmek parçalamak istiyorlar atalarımızın emanetlerinden çoğunu kaybetmişiz.

Ayasofya sadece cami değil Müslüman, Hristiyan, dinli, dinsiz, ateist yani insan olan herkesin ziyaretine açılmıştır.
Avrupalılaşmak adı altında başka bir ülkenin taklitçisi olmayacağım. Köklerime, değerlerime bağlı atalarımla gurur duyan, cumhuriyet nesli Osmanlı torunuyum.
Ayasofya’nın neden cami olduğuna karşı çıkan Yunan, İngiliz, Alman vs. neyse de içimizdekileri anlayamıyorum.

 

(1) canmehmet.com’dan alıntılanmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR