Onca acı, onca gözyaşı: Asrın felaketinde 1’inci yıl

Onca acı, onca gözyaşı: Asrın felaketinde 1’inci yıl

Türkiye, 1 yıl önce bugün çok acı bir sabaha uyandı. Merkezi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan 7,7 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen ikinci şok, pek çok hikâyenin yarım kalmasına ve bitmesine neden oldu. İşte Türkiye’nin acı deprem hikâyesi:

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremler, birçok acıya konu oldu. On binlerce vatandaşımızın vefat ettiği depremlerde şehirler yıkılırken, insanlar büyüdükleri toprakları bırakıp başka şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Binlerce insanımızın yaralandığı depremlerde pek çok hikaye de ya bitti ya da yarım kaldı. Sevdiğine sevdiğini söylemeyi planlayanlar, ertesi sabah küs olduğu anne, baba veya arkadaşına sarılacaklar, bir sonraki gün nişan, söz ya da düğün yapacaklar, hamile olduğunu taze babalara müjdelemeyi bekleyenler… Hepsi ya bitti ya da yarım kaldı. Bizler, felaketin birinci yıldönümünde, geriye onlarca acının ve onlarca gözyaşının kaldığı asrın felaketinde yaşananları bir araya getirdik. İşte Türkiye’de deprem gerçeği ve 6 Şubat saat 04.17 sonrası yaşananlar:

1-saat.jpg

Tarih boyunca medeniyetin beşiği, uygarlıkların başkenti olmuş bu topraklar, çeşitli depremlerle sallanmış ve binlerce insana mezar olmuş bir kara parçasıdır. Bütün örneklerine rağmen bu gerçekle yüzleşmek istemesekte deprem bu ülkenin gerçeği olmuş durumdadır. Deprem, sadece Türkiye’nin değil dünyanın bir gerçeği aslında. Dünya haritasını önümüze açıp baktığımızda yedi farklı parça görürüz. Yani bugünkü adıyla yedi kıta. Milyarlarca yıldır gerek depremlerle gerekse de farklı olaylarla kara parçaları birbirinden ayrılmış ve yedi farklı kıta meydana gelmiştir. Peki, deprem neydi? Deprem bu toprakların bir gerçeğiydi.

Deprem, en basit tabirle yerin kilometrelerce altında oluşan, yer kabuğunda beklenilmedik bir zamanda ortaya çıkan enerji sonucu meydana gelen ve bu enerjinin boşalmasıyla yer altını ve üstünü sarsan ya da sallayan bir doğa olayıdır. Biraz daha teorik yaklaşıldığı zaman levhaların yıllarca birbirine üstünlük kurabilmek için savaşması ve bir tarafın galip gelmesiyle bir anda oluşan levha kaymasıdır deprem.

2-turkiyenin-deprem-haritasi.jpg

Türkiye, bu bağlamda jeolojik konumu itibariyle çok şanssız bir ülkedir. Çünkü Türkiye, üç tarafı fay hatları ile çevrili bir ülkedir. Türkiye haritası göz önüne getirildiğinde aşağıda Arap Levhası, yukarıda Avrasya Levhası ve sol tarafta yer alan Afrika Levhası; dünyanın var oluşundan beri birbirleri ile savaş halinde olan üç ayrı fay hattını meydana getiriyor. Levhalar arası bu inatlaşma ise bu topraklarda yaşayanlara yüzyıllardır mezar olmaya devam ediyor.

Yüzümüzü geçmişe çevirdiğimiz zaman; gerçekleri kötü ve olumsuz örnekleriyle görebilmemiz çok açık:

Tarihler 1509 derken İstanbul’da 7,2

1668’de Kuzey Anadolu Depremi 7,8

Hemen ardından 1688’de İzmir’de 7,1

1881 yılında Sakız Adası’nda 7,3

1894 senesinde yine İstanbul’da 7,0

1912’de Mürefte Depreminin büyüklüğü ise 7,3 olarak ölçüldü. 1919’da Ayvalık’ta da büyüklüğü 7,0 olan bir deprem yaşandı. Bu topraklarda yaşanmış bu depremlerde binlerce yapı yerle bir oldu. Ve yine bu topraklarda yaşayan binlerce insan hayatını kaybederken yüzbinlerce insan yara aldı.

Fay hatlarındaki inatlaşmalar sonucu binlerce insana mezar olan depremler meydana gelirken dünyada farklı olaylarda yaşanıyordu. Tarihler 1923’ü gösterirken bu küçük Anadolu kara parçasında Kurtuluş Savaşı sona ermiş ve Türkiye Cumhuriyet’i kurulmuştu. Ancak fay hatları hiçte duracak gibi değildi. Hangi uygarlık olursa olsun hangi devlet kurulursa kurulsun o hatlar birbirleri ile hep savaş halindeydi. İnsanlığa kalan tek şey, önlem alınmasıydı. Alınıyor muydu acaba?

3-hakkari-depremi.jpg

Görüntü 1930 yılında meydana gelen Hakkari depremindendir.

Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden henüz birkaç yıl geçmişti ki; Tarihler 1930 derken Hakkari’de bir deprem daha meydana geldi. Değerler depremin şiddeti 7,2 derken yine binlerce insan yaşamını yitirdi. Bu olaydan 9 sene sonra ise ilerleyen yıllarda ‘küçük kıyamet’ diyeceğimiz bir olay yaşanacaktı. 1939 Büyük Erzincan Depremi… Tam 33 bin can yaşamını yitirdi ve tam 100 bin insan yaralandı. Şehir yok oldu. Üzerinden seneler geçecekti ama hep en büyük olarak kalacaktı. Peki ders alındı mı? Hadi beraber bakalım: Erzincan depremi yine son olmadı ve sırasıyla:

1942’de Tokat’ta 7,0

1943’te Ladik’te 7,3

1966’da Varto’da 6,9 ve

5-van-muradiye-002.jpg

Görüntü 1976 yılında Van'ın Muradiye ilçesinde meydana gelen depremdendir.

1976’da Van Muradiye’de 7,5 olarak ölçülen depremlerde yine binlerce insan yaşamını yitirmiş ve binlercesi yaralanmıştı. Bütün olumsuz örneklerine rağmen birileri akıllanmıyordu. Gölcük’te tarihler 17 Ağustos 1999’u gösterirken 7,4 şiddetinde bir deprem tam 45 saniye sürecekti. Bu süre bu topraklarda ölçülmüş en uzun deprem süresiydi. Maalesef yine binlerce insanımız öldü ve binlerce vatandaşımız yaralandı.

4-van-depremi.jpg

Bu olaydan henüz 3 ay geçmişti ki yine aynı yıl Düzce’de 7,2 şiddetinde bir deprem daha oldu. 2011 yılında Van’da karşılaşılacak olan manzara farklı olmayacaktı. 2020 senesinde önce Elazığ’da ve ardından İzmir’de meydana gelen depremlerde de onlarca insanımız öldü ve yüzlerce vatandaşımız yaralandı.

Artık tarihler 2023 olmuş ve Türkiye yüzüncü yıl kutlamaları için geri sayıma geçmişti. Fakat depremler için onlarca kötü örneğe rağmen yine bir önlem alınmamıştı. Takvimler 6 Şubat’ı gösteriyordu. Zaman 6 Şubat Pazartesi günü saat sabaha karşı 04.17’de durdu.

6-khramanmaras.jpg

Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7,7 büyüklüğündeki deprem, Türkiye’ye depremi bir kez daha hatırlattı ve herkesi derinden sarstı. 9 saat sonra bu kez Elbistan’da 7,6 şiddetinde bir deprem daha oldu. İkinci deprem ilkinin şokunu atlatamadan gelirken işleri oldukça zorlaştırdı. Artık binlerce can tonlarca ağırlıktaki beton parçalarının altındaydı. Yollar, havaalanları ve demiryolları öylesine hasar almıştı ki, bölge adeta kendisi ile baş başa kalmıştı. Bu deprem sadece olduğu şehri değil, bir bölgenin tamamını etkilemişti. Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Osmaniye, Kilis, Şanlıurfa, Adana, Diyarbakır, Adıyaman ve Hatay… Artık zamanla yarış başlamıştı.

Bir karanlık vardı,

Bir sarsıntı! Başlar mı dönüyordu?

Hayır, yer ayaklardan kayıyordu!

Bir uğultu koptu ölüyor muyum?

Belki de çoktan ölmüştü herkes.

Sonrası karanlık, kapkaranlık...

İnsanlar betondan bir tabuttaydı.

Ölmüşlerdi ama hayattaydılar.

Çığlıklar duyulmaya başlandı nefesler kesen

Kimse var mı? Kurtarın bizi…

Öylesine durdu ki zaman

Hisleri yok etti, herkes ölü gibiydi

Sesler, o sesler çaresizliğin çığlıkları

Korkunun sesiydi o çığlıklar!

Tek gerçek vardı,

Bembeyaz ışık

O battaniye, sımsıcak bir kucak

Ne olmuş ne bitmiş her şey anlamsız

Herkes kaçmış herkes gitmiş

O uğultu geçmiyor. Korkunun sesi durmuyor.

Sanki dünyanın sonu gelmiş

Sokaklar sessiz sokaklar karanlık

Tek gerçek beton tabutlardan gelen çığlık

Meğer memleket yıkılmış

Herkesin evladı, annesi, babası, eşi

Toprak altında kalmış…

Nerden bilebilirdi insan korkuyla uyandığı bir sabahta artık yarım bıraktığı şeyleri tamamlayamayacağını…

Velhasıl memleketin yardıma ihtiyacı vardı. Herkes bir oldu, yardım için ayağa kalktı. Kapkara karanlığın içinde mucizeler yaratmaya çalıştı.

7-yardim-toplama.jpg

Yorgan, yastık, battaniye, yiyecek, içecek, giyecek… Kısacası hayati ve asgari düzeyde, kış ayları için ne gerekiyorsa seferber olundu. Herkes elinden ne gelebiliyorsa onu yapmaya çalıştı. 70 yaşındaki köylü nine sütünden faydalandığı ineğini, genç çoban kurban bayramı için yetiştirdiği danasını, küçük çocuklar kumbaralarını ve oyuncaklarını gönderdi bölgeye. Kardeşleri için tek yürek oldu Türkiye…

Sadece Türkiye değil, dünya tek yürek olmuştu aslında. İlk destek eli kardeş Azerbaycan’dan geldi. ABD, Kanada, Yunanistan, Ermenistan, Ukrayna, Japonya, Kore, Çin, Rusya, Tayvan, Filistin, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve daha niceleri. Teker teker ekiplerini gönderdiler deprem bölgesine… Dünya adeta enkaz altında kalmış yüzlerce insanımız için tek bilek olmuştu.

8-mesut-amca.jpg

Bütün bunların yanında hafızalardan silinmeyecek görüntüler ortaya çıkıyor ve insanlığa bir kez daha hatırlatıyordu yaşamakla yaşamamak arasındaki farkı. Mesut amca çalışırken yakalandı depreme. 15 yaşındaki kızı ise sıcacık yatağında. Kızı yıkılan enkazın altında kaldı. Mesut amca 15 yaşındaki kızının enkaz altındaki elini ve bedenini bir an olsun yalnız bırakmadı. Enkaz altındaki çocuklarının çıkarılmasını bekleyen bir amca cebindeki bisküviyi yemiyor ve çocuklarına vereceğini söylüyordu.

Artık saatler geçiyordu ve enkaz altından mucizeler bekleniyordu. Sıra sıra, teker teker çıkarılması beklenen mucizeler. İyi haberler gelmeye başlamıştı. Uzmanlar genelde derler ki; bir insanın hayati fonksiyonlarının çalışması için kritik zaman 72 saattir. Ama 72 saatten sonra o kadar mucize gerçekleşti ki… Bir çocuğa 78 saat sonra ulaşılmıştı. Dedi ki o çocuk tüm merhametiyle: “Çıkarmayın beni. Eğer ben çıkarsam babam sıkışır.” 90 saatten sonra bir kız çocuğu çıkıyordu. ‘Su ister misin’ dediler; ben daha muayene olmadım ki diye yanıt verdi. Yüzlerde ufakta olsa bir tebessüm yarattı. Ve umudun hiç bitmeyeceğini kanıtladı.

9-kiz-cocugu.jpg

Ardından 91. Saatte bir bebek, 100. Saatte bir genç, 120. Saatte yaşlı bir amca, 160. Saatte 80 yaşlarında bir teyze hayata yeniden merhaba diyordu. Artık 200 saat olmuştu. Umut hiç biter mi? Bitmedi: İki tane kardeş çıktı. Birbirlerine değil sadece, bu kez hayata sarıldılar sımsıkı. Sonra 11. Günde Aleyna kızımız çıkıyordu dışarı. Doktoru dedi ki ‘şimdiye kadar hiçbir şey yiyip içmeyen birinin böbrek fonksiyonlarının böyle korunmuş olması”… Evet, bazı şeyleri tıbben izah edemiyoruz.

İşte izah edemediğimiz şeylerden biri de tarih boyunca bütün olumsuzluklara rağmen önlem almayan biz insanoğlu. Ne yaparsak yapalım bu durumu izah edemiyoruz. Uzmanlar bangır bangır bağırıyordu aslında. Geliyor diyordu. Büyük bir deprem geliyor.

10-2022-deprem.jpg

22 Ekim 2022 tarihinde Pazarcık’ta meydana gelen 4,5 şiddetindeki deprem sonrası artık bu son habercisi deniliyordu. Peki, bizler ne yaptık? Maalesef akıllanmadık. Dinlemedik. Hepimiz biliyoruz ki yine akıllanmayacağız. Beklenen büyük İstanbul depremi öncesi yine önlem almayacağız. Yine aynı şeylerden pişmanlık duyacağız.

Sözlerime 1939 yılındaki Erzincan depremi sonrası Celali Babanın yazdıklarıyla son veriyorum:

Bizi uyandırsın bu felaketler,

Sızlattı yüreği bu musibetler.

Bize ders olsun da böyle vesile,

Haktan yemeyelim ikinci sille.

Ey ulu Tanrımız ey rahmeti bol,

Kulların şaşırdı sen göster bir yol.

 Muhabir
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.