Sahip olmak, olmaktan daha mı değerli?
İnsanın içini kemiren o duygu: Daha fazlası. Daha fazla kıyafet, daha büyük bir ev, daha hızlı bir araba, daha çok takipçi, daha pahalı bir telefon… Almak, biriktirmek, göstermek… Modern dünyanın görünmez yasası bu oldu artık.
Sahip oldukların, kim olduğunu tanımlıyor. Kartvizitine yazan unvanın, banka hesabındaki rakamların, vitrindeki etiketlerin, beğeni sayılarının toplamı sanki senin değerini belirliyor. Oysa kimse sormuyor: Sahip olduklarımız biz miyiz, yoksa bizi biz yapan şey, ne olduğumuz mu? Tüketim kültürü, hayatın merkezine usul usul oturdu. Eskiden yalnızca ihtiyaçlar alınırdı, şimdi arzular ihtiyaç gibi pazarlanıyor. “Olmadan önce sahip ol” diyor reklamlar. Mutlu olmak için önce o parfümü sür, o marka çantayı taşı, o arabaya bin… Güzelliğin ölçüsü filtreli bir yüz, başarının ölçüsü gösterişli bir yaşam oldu. Herkes izlenmek istiyor, herkes görülmek istiyor. Ama fark edilmek, anlaşılmanın yerini almış durumda. Ve bu yüzden kendini geliştirmek değil, kendini pazarlamak değerli sayılıyor artık.
Sahip oldukça büyüdüğümüzü sanıyoruz. Oysa içimiz boşalıyor fark etmeden. Kimliğimizi, özümüzü, durduğumuz yeri unutuyoruz. Bir şeyi elde edince geçici bir tatmin yaşıyoruz ama ardından daha büyük bir boşluk beliriyor. Çünkü sahip olmak, geçici bir doygunluktur. Olmak ise derin bir inşadır. Sahip olmak dıştan gelir, olmak içten büyür. Ve dışarısı hep değişkendir; içerde sağlam bir temel yoksa her şey çöker. Sahip olduklarımızla övünmek kolaydır. Ama gerçekten kim olduğumuzu anlamak, yüzleşmek, gelişmek cesaret ister. Çünkü “olmak”, zaman ister. Emek ister. Öğrenmeyi, sorgulamayı, yanılmayı ve yeniden denemeyi gerektirir. Sahip olduğun bir şeyi kaybedebilirsin. Ama “olduğun” kişi seni her koşulda ayakta tutar. Bir düşünelim: Bugün sahip olduklarımız elimizden alınsa, geriye ne kalır? Unvanlarımız silinse, lüksümüz gitse, sosyal medyamız kapansa… Yalnızca karakterimiz, düşüncelerimiz, ilişkilerimiz, inançlarımızla baş başa kalsak, kendimize “Ben kimim?” sorusunu net bir şekilde cevaplayabilir miyiz? Toplum, bizi sürekli kıyaslamaya itiyor. Kimin neyi var, kim nerede, kim daha fazla kazanıyor… Ama bu yarış, bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Sahip olmayı hedefleyen bir nesil, olmayı unuttuğunda; merhamet yerine rekabet, samimiyet yerine gösteriş, tevazu yerine kibir büyüyor. Ve en acı olanı: insanlar sahip oldukları şeylerle değer görmeye alışınca, kendi iç değerlerini unutur hale geliyor.
Belki de bu yüzden bu çağda depresyon, yalnızlık ve anlamsızlık bu kadar yaygın. Çünkü sahip olmak doldurmuyor insanı. Ruhun ihtiyacı olan şey, görülmek değil anlaşılmak. Gösterişli bir hayat değil, anlamlı bir varoluş. O yüzden bazen durup kendimize şu soruyu sormalıyız: “Gerçekten yaşıyor muyum, yoksa sadece gösteriyor muyum?” Zengin olmak, değerli olmaktan farklıdır. Değerli olmak, içten gelir. İnsanın kendiyle kurduğu bağ, sahip olduklarından bağımsızdır. Kendini tanıyan, eksiklerine rağmen kabul eden, geliştiren, sorumluluk alan insanlar, sahip olduklarıyla değil, kim olduklarıyla hayata iz bırakırlar.
O yüzden belki de bugün biraz az sahip olup daha çok “olmaya” odaklanmak gerekir. Çünkü zamanla her şey değişir, her şey gider. Ama sen, kim olduğunu inşa edersen, sahip oldukların elinden alınsa bile, sen yine varsındır.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.