Salih Cenap Baydar

Salih Cenap Baydar

Düğün Danışmanlığı

Düğün Danışmanlığı

Düğün sezonu geldi çattı. Aylarca önceden bu günler için ayırtılmış düğün salonları dolup dolup boşalıyor bu günlerde. Genç insanlar, şaşaalı düğün merasimleriyle dünya evine giriyorlar. Bizler de sevdiklerimizin heyecanlarını paylaşmak, hayatlarının en özel günlerinden birinde yanlarında bulunup saadetlerine şahit olmak için düğün düğün geziyoruz.
Düğün merasimleri, hayatımızda mühim yer işgal eden, en sık iştirak ettiğimiz sosyal organizasyonlar oldukları halde, üzerlerinde pek az düşündüğümüz faaliyetler. Belki de üzerlerinde bu kadar az düşündüğümüz için, giderek birer acayiplik manzumesine dönüşüyorlar!
Düğünler, bir cemiyetin inancından, folklörüne, musikisinden, aile ve dostluk bağlarına dek içinde sakladığı cevherleri, kendi tarzında izhar ettiği zamanlardır. O yüzden her milletin, her topluluğun düğünleri birbirinden farklıdır.
Maalesef iki asırdır yaşadığımız savruluş, düğünlerimizi daha birçok müessesemiz gibi, yarı doğulu yarı batılı, melez, eklektik, acayip bir hale sokmuş bulunuyor.
Bu meseleyi müthiş bir kavrayış ve harikulade bir ifade kabiliyeti ile önümüze seren Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle söylüyor:
Bugün umumî hayatımızda herhangi kökten bir ameliyeyi yapabilmek için lâzım gelen şartlardan âdeta mahrum gibiyiz. Bizi değiştirecek şeylere karşı ne bir mukavemet gösterebiliyoruz, ne de ona tamamiyle teslim olabiliyoruz. Sanki varlık ve tarih cevherimizi kaybetmişiz; bir kıymet buhranı içindeyiz. Hiç birini büyük mânâsında kendimize ilâve etmeden her şeyi kabul ediyor ve her kabul ettiğimizi zihnimizin bir köşesinde âdeta kilit altında saklıyoruz. (Ahmet Hamdi Tanpınar - Yaşadığım Gibi - Sayfa 35)
Gelin bu düşünceleri düğün meselesine tatbik edelim. Artık bizim damatlarımız smokin, gelinlerimiz beyaz gelinlik giyiyorlar. Bir erkeği en yakışıklı haliyle göstermek istediğimizde aklımıza takım elbiseden, smokinden başka bir kıyafet gelmiyor olması çok acı değil mi? Peki damadın, smokini içinde kollarını kaldırıp “Ankara’nın bağları, büklüm büklüm yolları” türküsü eşliğinde sağa sola sallanırken verdiği fotoğraf daha mı az acayip? Aynı düğünde calipso, salsa, samba, rumba danslarından sonra halay, horon, harmandalı oynanması tam da Tanpınar’ın tarif ettiği, “ne teslim, ne mukavemet” halinin bir göstergesi değil mi?
Artık köylerle irtibatlarını tamamen kopartma noktasına gelen geniş kitleler için köy düğünleri uzak sisli birer hatıra bile değil. Şehirli atalarımız nasıl düğün yaparlardı çoktan unuttuk. Bundan böyle düğünler, hoparlörlerinden yayılan yüksek seslerin kalıcı işitme bozuklukları yapabileceğini adeta iftiharla ilan eden düğün salonlarında yapılacak. Düğünlerimizdeki tüm usuller, merasim adabı, düğün salonu sunucularının, şarkıcılarının, çalgıcılarının irfanına hatta insafına bırakılacak. Belki en muhafazakâr ailelerin çocukları, ilk dans için sahneye davet edildiklerinde mahcubiyetle kızaran yüzlerini saklayarak, inandıkları değerlerle çeliştiği halde adeta mecburi hale getirilen bu anlamsız ritüeli bir an önce başlarından savmanın çaresine bakacaklar.
Neden böyle olmak zorunda? Düğün usullerini, adabını belirleme işi, düğünü idare eden sunucuya, şarkıcıya, piyaniste teslim edilebilecek bir iş midir? Bu işi ciddiyetle yapabilecek, tarihten de, medeniyet fikrinden de, batıdan da doğudan da haberdar, dini, kültürel hassasiyetlerin, hudutların farkında “düğün danışmanlarımız” olsa iyi olmaz mıydı?
Mesela siz sevdiklerinizin düğününü yönlendiren kişinin, ağzına yapıştırdığı mikrofonla bangır bangır yeri göğü inletirken, yılışık bir edayla “genç çiftimizi” dans pistine davet eden bir kasaba çalgıcısı olmaktan ziyade Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ındaki şu satırları kafasının içinde evirip çeviren birisi olmasını tercih etmez miydiniz?
Naim Efendi, mutaassıp bir adam değildi; harem ve selamlık usullerinden çoktan vazgeçmişti. Seniha'yı ve kızını erkekler içinde başı açık görmeye çoktan alışmıştı. Fakat, bazı yeni adetleri sadece güzel ve hoş bulmuyordu. Nitekim, yeni tarz evlenmeler de ona, fena olmaktan ziyade, çirkin ve tatsız geliyordu. Düğünden evvel birbirlerini o kadar iyi tanıyan kızla oğlan için gelin olmanın, güvey girmenin artık ne sırrı, ne heyecanı, ne cazibesi kalır? Duvağı açan el titremeden, duvağı açılan yüz kızarmadan birbirine yaklaşanların düğünlerindeki sevinç ve saadetin manası nedir? Ah, yeni yetişen nesil ne acınacak bir haldeydi? Yarınki çocuklar saygı, itaat ve görenek gibi kayıtlardan kurtulacak, fakat aynı zamanda bu kayıtların temin ettiği zevklerden, saadetlerden de mahrum kalacaktı.
(Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Kiralık Konak – Sayfa 42)
Bu satırlarda, düğün evlerini tüm eğlence unsurlarından ayıklayarak bir tür cenaze evine yahut militan toplantısına çevirmeyi asla kastetmediğimin altını çizmek isterim. Çoktan ölmüş bir takım adetleri mezardan çıkartıp hortlatmaktan da bahsetmiyorum. Ruhumuzu bir hastalık gibi saran ikili düşünceden, eklektizmden kurtulmaktan, hayatımızın elimizden kaçırdığımız dizginlerini yeniden yakalamaktan bahsediyorum. İnançlarımızı hiçe sayan, medeniyetimize, kültürümüze şaka muamelesi yapan, kıblesini çoktan kaybetmiş kimselerin kendi kafa karışıklıklarını dayatmalarına karşı “one minute” diyebilmekten bahsediyorum.
“İyi güzel de hani nerede o ‘düğün danışmanları’” diyen sesleri işitir gibiyim. Aslında temel problemimiz başta belirttiğim gibi birçok medeniyet meselesi gibi “düğün” meselesine fazla kafa yormuyor olmamız. Medeniyetimizi yeniden ihya etme iddiasındaysak bu tür meseleleri kendimize dert edinmemiz gerekiyor. Ne kadar çok kişi bu arayışa girerse, ümid ediyorum ki bahsettiğim nitelikte “düğün danışmanları” hayat okulunda o kadar hızlı bir şekilde yetişeceklerdir. Büyük ihtimal bu fakültenin ilk mezunları da bu meseleyi ilk dert edinenler olacaktır.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR