Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

Hesap Bakiyesi

Hesap Bakiyesi

Sen büyürdün her mevsim, büyürdü dalları iğde ağaçlarının, büyürdü toplamı ayrılıkların ne zaman yayılsan zümrüt yeşili çayırlara, sarınsan rüzgâra, gökyüzünde bir martı dokunur gibi diğer bir martının kanadına.

Nihayetsiz cümleler gibi dalıp gidişin, denizin kıyısındaki bir bankın üstünden süzülüyor mavi sulara ve usulca batıyor varılmaz uzaklarda gülüşün. Güneş ışınları değil omzundaki şala düşen, kalbimin ırmaklarıdır sana koşarak gelen. 

Cebimizde geceden kalma sözcük kırpıntıları, elde kalan en yalın gerçek, bir gün elbet unutacağız çiçek kokularını. Unutacağız toprağın rengini, suyun tadını. Yağmurda çoğalan ırmak gibi yükseliyor şehir mezarlıklarının çığlıkları.  

Ellerimizde telaş, tenhada bir güle yanar gibi,  iğreti evlerin derme çatma çatı oluklarından üzerimize yağıyor kentin bütün günahları. Yağmur, onarılmayan can yarıklarından kanıyor mütemadiyen. Ahengini yitiren gölgeler kaplıyor, gün batımında omuzlarımızı yasladığımız sırdaş duvarları. 

“Seni hiç unutmadım ki hatırlamak zorunda kalayım” diyen bir yüreğe tutun, kır çiçeğinin kokusunu düşle, ayırdına var safran renginin, Yusufçuk kuşunun ötüşünü dinle, reyhan gülüyle kıyasla yârin kâkülünü, can içinde can ara ezel bahçesinde. 
   
Yaşadım sayma sevmedin henüz. Karlar erir, bahar gelir; hiçbir rüzgâr dindiremez hasret denen yarayı. Özlemek mevsim gibi geçer, hasret orman gibi durur yerinde. Özlem, zulmü barındırır özünde; hasret, hasar bırakır bekleyende. Özlem, salt duyulur oysa hasret çekilir bir tespih gibi, dert gibi, virt gibi en derinlerde. 

Şimdi sor kalbine; her gece seccadenin alın yerine düşürülen bir çift gözyaşı eşliğinde, “onun günahları benim yüzümden, onu da beni de affet, ben onu seviyorum sen de onu çok sev” diye dua eden bir sevdiğin oldu mu hiç senin? Ya da mevsimsiz açan bir gülün, hatırasına bile dokununca rayihası ellerine sinen.    

Arın dünyadan, sıyrıl rüyadan ve erguvan bir türkü dolansın diline; “Sen ağlama gözlerinden düşerim” diye sürüp giden. Bin bir çiçekten al rengini ahengin, bal arıları öykünsün gökkuşağı rengine. Pencerene yağan yağmurun adımlarını izle, güneşin ardına düş sessizce, karanlığın kıvrımlarında yol al, sulara sarın, gölgeni küçült kendinle.
 
Sevdiğine “cennetim” diyen ve cennette ”cenneti” ne kavuşmak dileyen kaç yüreğe uğradı yolun? Ellerin hangi hüznün kilimini dokudu? Hangi sözler döküldü dilinden sular kadar yalın? Yüreğin çorak; ördün geceyi, dokudun şafağı, el yordamı ile yokladın yokluğu, sırlı gölgeler arasından nice öyküler balyaladın.    

     Tutulan dilimle tutunuyorum hayatın saydam tüneğine, defnedin bedenimi yaban kuğuları gibi sevdiğinin ardından ölenlerin gizli bahçelerine. Tenimde toprak kokusu, göğsümde onulmaz sızı, bekleyebilir artık beni servilerin altında o tenha kuyu. 

Sağalt sesimi, dilimi yıka, köklerine su yürüyen fidanlar gibi çoğalt hüznümü, incelen yüzümde sevincini büyüt, göğü ve suları yeniden okumak için çırpınayım, sabrım filiz versin, yürüyüşümü şerh et, seyrimde varayım bal ırmaklarına.  

Eskiyen ve eksilen aksam, yalnız dünya ekseninden değil; sözün, sesin, nefesin eksiliyor ‘müsemma ecel’ isimli hesap bakiyenden. Sırladın mı ateşi alnından tutacak parmaklarını? Başka bir hal kuşanmak vaktidir şimdi; geç kırıkları, kırgınlıkları, yeniden donat kalbini ve sofranı.  

Hangi hançer açabilir tende bir gülün açtığı yarayı? Bilirsin hançerin açtığı yara tende kalır, gün gelir uçar gider; gül yarası cana siner, canda tüner. Hangi mahzun ırmağın kıyısında otağ kurdun? En son ne zaman ayrılıkların dilini bilen bir bilgenin dizlerinin dibinde oturdun?

Yıldızlar değmiyor artık yüzüne, mevsim kuşları da alıp başını gitti. Göçebesin, elbet bir gün sökülecek çadırın, kurtulacaksın dünya kokusu sinen atlas elbiselerden. Bir avuç toprak, birkaç çürümüş kemik, ‘diril’ emrini beklerken. 

Sürüldün iklimlerden. Hangi yağmurdur çağıran seni ıpıslak saçlarıyla, hangi ırmağın çağıldayan sesi? Vurgun yediğin deniz de bitti. Suyunu arıyorsun kurumuş çeşmelerin, soldu çiçekleri yeryüzünün, silindi üzerine sinen son rüyanın gölgesi.

“Rabbin seni terk etmedi, Rabbin sana darılmadı.” (93/3) Yaralı bir ölüm suya varmadan, dilinde ağıtların kanı kurumadan, yıldızlar karartılmadan, gök yarılmadan, yer sarsılmadan, dağlar hallacın avucunda ufalanan pamuk gibi atılmadan;

Henüz vaktin var ey İnsan!

Hüseyin ÇOLAK
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR