Nagehan Özdemir

Nagehan Özdemir

Kadına şiddet ve yüksek ökçeli topuklar

Kadına şiddet ve yüksek ökçeli topuklar

Geçtiğimiz hafta yine Türkiye gündemi çok yoğundu. Başbakan kim olacak tartışması sürerken, seçim analizlerinin devamı, Meclis’te yaşanan gerginlikler, yine bir sürü gündem bombardımanı altında nefes almaya çalıştık. Bu yoğun gündem altında Meclis’te yaşananlar Türkiye’de kadın sorunu ile ilgili algıları alt üst etti.  
Malum her hafta oylarımızla seçtiğimiz vekillerimizin ne kadar güzel kavga ettiğini seyredip duruyoruz. Böyle bir kültürümüz var, ‘Kim daha güzel kavga etti?’ Bunun değerlendirmesini yapıp, günlerce bunun geyiğini yapabiliyoruz. Yüce Meclisimiz tatile girmeden önce yaşananlar, Türkiye’de yaşanan kadın sorunu ile ilgili toplumsal algımızın ne kadar da yanlış olduğunu ortaya koydu.
Kendini şiddet görüp kadın sığınma evlerine sığınan kadınların hayatlarını düzenlemeye adamış olan bir kadın vekilin Meclis’te yaşanan tartışma sırasında yüksek topuklu ayakkabılarını çıkarıp, diğer vekillere atma arzusundan ayakkabısının değerinden dolayı vazgeçmesinden bahsediyorum. Kadına şiddete karşı şiddete başvurarak karşı çıkan bir kadın vekil ancak bir Türkiye gerçeği olsa gerek.
Son yıllarda artan kadına şiddet haberleri ile sürekli gündemde tutulan kadın sorunu çok tartışmalı bir konu elbet. İnsanlık tarihi kadar eski bu konuda sayfalarca şey söylenebilir. Araştırmacılara göre, yapılan kazılarda milat öncesi dönemlere ait ölmüş kadınların kafataslarındaki kırıkların, erkeklerin kafatasındaki kırıklardan yüzde 30 daha fazla olması kadına karşı şiddetin tarihinin ne kadar eski olduğunu gösteriyor. İnsanlık tarihi kadar eski bu konuda yapılacak bir sürü şey var elbet. Ancak tartışılması gereken öncelikli konu kadına karşı şiddetin önlenmesi için yapılabileceklerden çok kadına karşı şiddeti erkeklerin ortaya çıkardığı bir sorun olarak algılanmaktan vazgeçilmesi gerektiği sorunu. Evet, rakamlar Türkiye’de kadına karşı şiddetin toplumsal bir sorun haline geldiğini gösteriyor. Bu bizim temel sorunlarımızdan biri. Bu sorunu çözmek için Türkiye yasal olarak çok ciddi adımlar attı. Ancak cinayetlerin yine de artması bu konunun sadece bir erkek sorunu olarak görülmekten vazgeçilmesi gerektiğini gösteriyor.  Türkiye’de bir zihniyet dönüşümü yaşandığı bir gerçek. Bütün bu yaşananlar kadına şiddet meselesinin sadece yasalar ve erkek sorunu bağlamından çıkarılıp toplumsal bir sorun olarak algılanması gerektiğini ortaya koyuyor. ‘Türkiye’de kadın sorunu yok, erkek sorunu var’ tezi bir kadın milletvekilinin millet meclisinde meslektaşlarını ayakkabı fırlatmakla tehdit etmesi ile iflas etmiştir. Erkeklerin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi gibi teoriler yerine kadınların da eğitilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Hem de vekil olanların bile.
Kadına karşı şiddetin yine bir kadın tarafından şiddet ile çözülmesi ironisini yaşarken, bu hafta sonu bindiğim toplu ulaşım aracında tanık olduğum bir olay bana kadın tartışmalarının ne kadar farklı boyutları olduğunu bir kez daha gösterdi. Uzun zamandır binmediğim Ulus dolmuşuna bindiğimde saat akşamın sekizi idi ve dolmuş tıklım tıklım dolu idi. Zar, zor kendime kalabalıkta ayakta durabileceğim bir yer seçmeye çalıştım. Sonunda ayakta durabileceğime inandığım bir yerde durdum. Dolmuş yolculuklarım sırasında en sevmediğim şey başında dikilmek zorunda kaldığım yolcunun kendini yer vermek zorunda hissetmemek için yaptıklarıdır. Malum uyuyor numarası veya dışarıyı seyretme hali en çok tercih edileni.
Yine aynısı oldu. Başında dikilmek zorunda kaldığım yolcu eliyle yüzünü kapatmaya çalışarak, başını dışarıya çevirdi ve etrafı seyretmeye başladı. Yer vermediği için kendini mahcup hisseden, bunun vicdan azabını duyan ama inatla yer vermeyen kentli insan tipi. Bu şekilde yolculuk etmeye devam ederken, dolmuş daha da kalabalıklaştı ve arka tarafta oturan biraz kilolu diyebileceğimiz bir teyze ve eşi dikkatimi çekti. Dikkatle binen yolculara bakıyor, kendi kendilerine bir şeyler mırıldanıyorlardı. Özelikle teyze sanırım bayanlara yer verilmemesinden rahatsız olmuştu. Tek tek binen yolculara bakıyor ve kendi kendine bir şeyler söylüyordu.
Uzun bir yolculuktan sonra yaşlı teyze ve eşi şoföre seslendiler. Önce adam indi, teyze biraz kilolu olduğu için kibar bir sesle şoföre biraz beklemesini rica etti. O an yaşananlar Türkiye’deki kadınla erkek arasındaki ilişkiyi en gerçek haliyle özetler şekildeydi. Yaşlı teyzemiz, düşmekten son derece korkarak, dikkatli bir şekilde 4-5 adımla dolmuşun kapısına gitti, çok yavaş bir şekilde caddeye adımını attı, sağ-salim indiğine şükreden bir tonla derin bir nefes aldı. Eşi çoktan dolmuştan inmiş, arkasına bile bakmadan yürümeye başlamıştı. Kadın düşmeden dolmuştan inmenin sevinciyle şoföre teşekkür ederek, iyi akşamlar diledi ve yavaş yavaş kocasının arkasından yürümeye başladı.
Kadıncağız kendini zar zor taşıyarak, önden giden ve dolmuştan inip inemediğini merak etmeyen eşine yetişme telaşesi bile göstermeden ağır-aksak, yürümeye devam etti. Dolmuş yeniden hareket edene kadar arkasından baktığım teyzenin, bir an bile dönüp arkasına bakmayan eşinin arkasından giderken kalbinden geçenlerin, kadınla ilgili yapılan bütün o tartışmaların, teorilerin ne kadar uzağında ve ne kadar gerçek olduğunu düşündüm. Ve daha bu yolda alınacak ne kadar yolumuzun olduğunu…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR