Salih Cenap Baydar

Salih Cenap Baydar

Medeniyetimizin Nabzı Atıyor mu?

Medeniyetimizin Nabzı Atıyor mu?

Medeniyetlerin yaşayıp yaşamadıklarını anlamak için tıpkı diğer canlılar gibi, kalp atışlarına bakmak gerekir. Medeniyet bir iddiadır, bir prensibin sancağının altında toplanan insanların dünyanın geri kalanına meydan okumasıdır. Eğer bir iddianız, uğrunda dünyayı karşınıza almaktan çekinmeyeceğiniz bir mefkûreniz yoksa, ekonominizin dünyanın kaçıncı ekonomisi olduğu, ordunuzun envanterinde kaç füze olduğu, hatta ürettiğiniz teknolojilerin size getirdiği zenginlik bile bir istatistiktir o kadar. İhtiyar ve güçten düşmüş gibi görünen medeniyetimizin nabzını, ordunun ardına çil çil serptiği kubbelerin mermerlerinde arayan Necip Fazıl’ın şair sezişi ne kadar etkileyicidir:
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bugün zincirlerimizi kırıp “öz vatanımızda parya” olmaktan kurtulma yolunda küçük, ürkek ama ümit verici adımlar atıyor gibi görünüyoruz. Kadim medeniyetimizi yeniden ihya etmenin hiç olmasa hayali tüllenmeye başladı düşünce ufuklarımızda ama medeniyetimizin nabzı maalesef hâlâ pek zayıf. Nabzı kuvvetlendirmek için medeniyet iddiamız çerçevesinde önce temel iddiamızı hatırlayıp, o istikamette kültürümüzü yeniden üretmemiz gerekiyor. 
Son zamanlarda hemen hemen tüm şehirlerimizde birbirinin peşi sıra yeni hüsn-ü hat, tezhib, ney, minyatür, katı’, ebru, Osmanlıca kursları açılıyor. 
Kimine göre, kamusal alanda “görünür olma” hakkını daha yeni elde eden Anadolu insanı varlığını temellendirmeye, anlamlandırmaya ve kıymetlendirmeye çalışıyor. İnsanımız “düştüğü yerden kalkma” gayretinde. Bu yönde her çaba, medeniyetimizin uzun hastalık döneminden sonra nekahet devresini tamamlarken verdiği, sıhhatine yeniden kavuşma sinyalleri…
Kimine göre ‘irrasyonel’ hislerin istismarı üzerinden elde edilen rantın çevirdiği bir çarktan başka bir şey değil bu. Çoktan ölmüş medeniyetimize bir sunî teneffüs çabası…
Kapitalist batı medeniyeti, maddeten ve fikren sömürgeleştirdiği toprakların sakinlerinin beyinlerine ‘homo economicus’ olmaları gerektiği fikrini “eker”. Bu anlayışa göre dünya, kaynakların yetersiz olduğu bir yerdir. Kavga çetindir. Bu dünyanın insanları ellerinde hesap makinesiyle gezip, kârlarını azami seviyeye çekmek için durmadan hesap yapmalı, çok çalışmalıdırlar. Ahlak gibi, mefkûre gibi “romantik” hevesler adına zararı göze almak  “irrasyonel” ve aptalcadır. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Delikanlılık devirleri kapanmıştır. Bugünün insanın yegâne ideali sessizce ve itirazsızca çalışıp daha çok üretmek, daha çok kazanmak ve daha çok harcamak olmalıdır. Başka idealler edinmek kapitalizm dinince günahtır!
Bu “ekilen” fikrin tuttuğu zihinlerin sahipleri, tabîi olarak kadim medeniyetimizin bir daha dirilmemek üzere çoktan çürüyüp yok olduğunu düşünmeye meyilliler. Birer “homo economicus” olarak yukarıda bahsettiğimiz faaliyetleri, “kapitalizm dininin günahkârlarının” yani “cahil” halkın irrasyonel hayalleri üzerinde kâr etmeye çalışan siyasetçilerin, iş adamlarının “ticari” faaliyetleri gibi görüyorlar. Bu faaliyetlerin hızla artmasını da getirdiği kârın büyüklüğüne bağlıyorlar. Bu faaliyetlere, birer “homo economicus” olarak, orta ve uzun vadede kendilerine zarar vereceğini düşündüklerinden muhalefet ediyorlar. Ellerindeki tüm vasıtalarla “cahil” insanları aydınlatmaya, bu yolun doğru yol olmadığına iknaya çalışıyorlar.
Öte tarafta, içinde ümidi yeşertenler açısından bu faaliyetler, yitirilen hafızayı yeniden kazanmak için atılan mühim adımlar. Zayıflasa da yok olmamış, sessiz ve derinden atmaya devam etmiş nabzın güçlenmesi için küçük temrinler. Vücudun iyileşmek için kendisi ile mücadelesi. Ama hasta yatağında yeniden kımıldanmayı başarabilmekten, yeniden harp meydanlarında cevelan etmeye uzun ve zorlu bir yol var.
Kim haklı? Medeniyetimizin nabzı atıyor mu, yoksa çoktan durdu mu? Bir “diriliş” mümkün mü yoksa bunlar ham hayaller mi? Bunu zaman gösterecek. 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR