Salih Cenap Baydar

Salih Cenap Baydar

Üçüncü Dünya Savaşının Eşiğinde miyiz?

Üçüncü Dünya Savaşının Eşiğinde miyiz?

 

 

“Dikotomi” sosyal bilimlerde birbirlerine zıt olmakla birlikte yek diğerine anlam kazandıran kavramlar için kullanılan bir kelime. Yunanca “dikha” (ayrı) ve “tomos” (kesme) kelimelerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuş.

 

Hemen her insanın kendisine bir saf belirlediği iki farklı “dikotomiden” bahsetmek istiyorum.

 

Bunların ilki, insanın fıtratıyla, yaratılışıyla, doğal haliyle ilgili varsayım.

 

İnsan fıtratı itibarıyla “iyidir”, “çalışkandır”, “merhametlidir”, “diyergamdır”, “açık sözlüdür”, “adildir” diyenler birinci safta, insan yaratılışı itibarıyla “kötüdür”, “tembeldir”, “acımasızdır”, “çıkarcıdır”, “sinsidir”, “zalimdir” diyenler ise ikinci safta yer alıyorlar.

 

Tarihteki büyük düşünürlerden misal vermek gerekirse Eflatun, Aristo, John Locke, Jean Jacques Rousseau ilk safta yer alırken, Machiavelli, Hobbes, Arthur Schopenhauer, St. Augustine, Voltaire gibi düşünürler ikinci saftalar.

 

Bu tartışmaya zemin teşkil eden temel bir soru da şu: İnsanların zeki, ahlaklı, kabiliyetli, iyi niyetli yahut kavgacı, kötümser, yalancı olmaları acaba tamamen ailelerinden aldıkları eğitimle ve yetiştikleri çevreler de maruz kaldıklarıyla mı alakalıdır, yoksa bu tür özellikler genlerimizde mi kazılıdır?

 

Çoğu insan hemen eğitim ve çevresel etkileşim tarafına meyletse de yapılan kontrollü deneyler ve bilimsel araştırmalar “genlerin belirlediği insan karakteri” argümanını destekler sonuçlar üretiyor.

 

İnsan tabiatı hakkındaki bu çok temel varsayımlarımız, hayat bakışımızı baştan aşağı belirleyecek kadar güçlü varsayımlar aslında.

 

Bahsetmek istediğim ikinci dikotomi zamanın akışının insan ve tabiat üzerindeki etkisine dair varsayımlarımızla ilgili ve yine bu temel varsayımlarla ilişkili görünüyor:

 

İnsanlar, zamanın ilerlemesiyle şahsi tecrübelerinde meydana gelen değişimi nasıl algıladıklarına göre iki gruba ayrılıyorlar

 

İnsanların ahlakı, tabiat, ilişkilerimiz, sağlığımız, yiyeceklerin tadı, yani kısacası “herşey” gitgide bozuluyor, eğitim ve refah seviyemiz düşüyor, emniyet hissimiz gün be gün azalıyor, sürekli bir çürüme ve gerileme hali yaşıyoruz diye düşünenler ilk grubu teşkil ediyor.

 

Sürekli gelişiyoruz, maddi refahımız, hayat konforumuz, eğitim seviyemiz, emniyetimiz artıyor ve bunlara paralel olarak daha akıllı, daha ahlaklı, daha hür, daha güveni nesillere doğru sürekli bir gelişme ve ilerleme hali yaşıyoruz diye düşünenler de ikinci grupta yer alıyorlar.

 

Bir yandan maddi refahımız arttığı halde ahlakımızın çöktüğünü, yahut teknolojik olarak ilerlesek de bu ilerlemenin felaket getirdiğini düşünenler olabilirse de neticede bunlar maddi refah artışının yahut bilimsel ilerlemenin sadece aldatıcı ve geçici bir süreç olduğunu düşündüklerinden Hobbes’çu kategoriye giriyorlar. Yani “dikotomi” ilkesel olarak bozulmadan sürüyor.

 

Artık tam olarak oturmuştur, bir daha çıkmamak üzere zihinlerimize kazınmıştır zannettiğimiz bir çok değer yargısının hiç de öyle sandığımız gibi derin köklerinin olmadığını bizzat yaşayarak tecrübe ediyoruz. Demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kavramlar içi boş birer kabuk gibi görünüyor artık. İnsanlarda iletişim imkanlarının da artmasıyla çok daha görünür hale gelen bir huzursuzluk var. Avrupadaki ilerlemeci “aydınlanma” hareketi tüm dünyayı uzun bir süre peşinden sürükledi ama bu etkinin doğurduğu tepkinin de hızla yükseldiği görülüyor. İnsanlık gemisinin dümenindekilerin bizi getirdikleri sulardan hiç memnun değiliz. Dümendekilerin de başka yöne gitmeye hiç niyetleri yok gibi görünüyor.

 

Kimi uzmanlara göre üçüncü bir dünya savaşının hemen eşiğindeyiz. Bu sefer yıkıcı etkileri hayal bile edemeyeceğimiz boyutlara ulaşabilecek kitlesel kıyımlar bizi bekliyor olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR