Sınır koymanın gücü

Sınır koymanın gücü

İnsan ilişkileri, bir denge üzerine kuruludur. Bu denge, ne kadar sevgi ya da saygı içerirse içersin, kişisel sınırlarla var olur. Sınırlar, bir duvar değil; kişinin kendi alanını, ihtiyaçlarını, duygularını ve değerlerini tanımasıdır.

Hayır diyebilmek, kendini korumak, tükenmemek, kırılmamak, üzülmemek için hayati bir adımdır. Toplumda çoğu zaman fedakârlık, sabır, anlayış ve uyum kutsanır. Özellikle kadınlardan, annelerden, çalışan bireylerden ya da gençlerden sürekli olarak daha fazla sabretmeleri, idare etmeleri, empati kurmaları beklenir.

Bu beklentiler arasında birey, çoğu zaman kendi ihtiyaçlarını ertelemeye başlar. Kırılmamak için susar, sevilmek için uyum sağlar, yargılanmamak için kendini bastırır. Uzun vadede bu davranış, kişinin iç dünyasında tükenmişliğe yol açar. Sınır koymak, bencil olmak anlamına gelmez. Tam tersine, karşılıklı ilişkilerde netlik sağlar.

İnsan neye evet dediğini, neye hayır dediğini bilirse, karşısındakiyle kurduğu bağ daha sağlıklı olur. Nerede durulacağını bilmek, ruhsal sağlığın temelidir. Sessiz kalmak, içe atmak, sürekli idare etmek, zamanla kırgınlıklara ve içsel çatışmalara yol açar. Bir birey sınır koyduğunda, aslında karşısındakine de yol gösterir.

Ne kadar alan verileceğini, hangi davranışların kabul görüp hangilerinin görülmeyeceğini ortaya koyar. Bu açıklık, ilişkilerde güven ortamını güçlendirir. Belirsizliklerin, pasif-agresif tutumların, küslüklerin yerini açık ve net iletişim alır. Sınır koymak, çoğu zaman ilk başta zorlukla karşılaşır. İnsanlar, alıştıkları rolleri kolay bırakmaz. Sürekli hayır diyemeyen biri bir gün kararlı bir dille sınır çizdiğinde, karşı taraf şaşırır. Bu şaşkınlık bazen kırgınlık, bazen direnç olarak döner.

Ancak bu süreç, bireyin sağlıklı bir ilişki zemini kurabilmesi için gereklidir. Karşılıklı saygı ve anlayış, ancak sınırların net olduğu ortamlarda kalıcı hale gelir. Çocukluk döneminden itibaren sınır çizmenin öğretilmediği toplumlarda, bireyler sınır koymayı ayıp, bencillik ya da sevgisizlik gibi algılar. Oysa duygusal farkındalıkla çizilen sınırlar, hem bireyin kendisine hem de çevresine saygı gösterdiğinin göstergesidir. Sessiz kalmak, uyum sağlamak ya da sorun çıkmasın diye kabullenmek, uzun vadede kişisel bütünlüğü zedeler.

Sınır koymak aynı zamanda zaman yönetiminin de temelidir. Her talebe evet demek, her isteğe koşmak, her çağrıya yetişmek mümkün değildir. İnsan, kendi enerjisini, dikkatini ve emeğini yönetmeyi öğrenmelidir. Bu da ancak zamanı ve duygusal enerjiyi nereye harcayacağını bilerek mümkün olur. Her şeyden önce kendine sınır koymak gerekir.

Sürekli mükemmel olmaya çalışmak, her şeyi kontrol altında tutmak ve herkes tarafından sevilmeye çalışmak, kişiyi içten içe tüketir. Hayır demek, çoğu zaman evet demekten daha zor gelir. Fakat hayır diyemeyen bir insan, evetlerinin de değerini yitirir. Çünkü sınır koymayan bir bireyin verdiği her onay, kendi istemediği bir yükü taşımaya dönüşebilir. Bu da zamanla kırgınlık, küskünlük ve kendine yabancılaşma yaratır. Sınır koymak, bir tür içsel özgürlük eylemidir.

Kişi kendi hayatının direksiyonuna geçtiğinde, ilişkilerinde de daha sağlam durabilir. Ne kadar değer verdiğini değil, neyi hak ettiğini bilerek yaşamak, sınır koymanın en güçlü sonucudur. Bu güç, bir bağırma ya da isyan hali değildir. Sessiz ama sağlam bir duruşun yansımasıdır.

Hayatı kendin olarak yaşamak, başkalarının onayını değil, kendi iç sesini merkeze almayı gerektirir. Sınır koymak, kendi değerini bilmenin ve bu değeri başkalarına da öğretmenin en sade ve güçlü yoludur.

 Yazar
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.