Toprağın unuttuğu tohumlar
Bir milletin hafızası yalnızca kitaplarda, taşlarda ya da anılarda saklanmaz; toprağın içinde de saklıdır. O hafızayı yaşatan şey ise tohumdur.
Anadolu’nun bereketli topraklarında yüzyıllar boyunca saklanan, elden ele aktarılan atalık tohumlar, aslında geçmişin bugüne ve yarına bıraktığı sessiz bir emanettir. Bugün sofralarımıza gelen yiyecekler, bir zamanlar köylünün sandığında sakladığı, dededen toruna devredilen tohumların izlerini taşırdı. Ne var ki artık birçok toprak, kendi belleğini unutmuş gibi. Çünkü biz, onu unuttuk. Tohumun sabrını, emeğin kutsallığını, doğallığın değerini göz ardı ettik. “Toprağın unuttuğu tohumlar” derken aslında unutulan biziz.
Eskiden Anadolu’nun her köyünde bir gelenek vardı: En bereketli ürünlerden bir kısmı ayrılır, tohum olarak saklanırdı. O tohumlar cam kavanozlarda, bez torbalarda, özenle saklanır; yeni yılın umudu olarak toprağa yeniden bırakılırdı. Domatesin kokusu buram buram yayılır, salatalık bir kere ısırıldığında çıtırtısıyla kendini hissettirirdi. Buğdaydan yapılan ekmek, tok tutmakla kalmaz, insanın içini de doyururdu.
Bugünse pazarlarda gördüğümüz meyve ve sebzeler kusursuz görünümlü ama tatsız. Çünkü doğallığın yerini hız aldı, sabrın yerini ticaret, yerelin yerini küresel şirketler. Modern tarım adı altında sunulan sistem, çiftçiyi giderek büyük şirketlerin kucağına itti. Hibrit ve genetiğiyle oynanmış tohumlar, daha fazla verim vadederken çiftçiyi her yıl yeniden satın almaya mecbur bırakıyor. Bir zamanlar kendi tohumunu üreten, çoğaltan ve gelecek nesillere aktaran köylü, artık kendi toprağında bile bağımsız değil. Gübreye, ilaca, kimyasal katkılara mahkûm bırakılan tarım, yalnızca toprağı değil insanı da yoruyor. Bu süreçte doğa, çeşitliliğini kaybediyor.
Çocukluğumuzda tattığımız domatesin kokusu yok, annelerimizin bahçede yetiştirdiği salatalıkların lezzeti yok, dedelerimizin ekmeğini övdüğü buğdayın besini yok. Çünkü tohum hafızasını kaybetti. Ama mesele yalnızca gıda meselesi değil. Mesele, aynı zamanda kültürel bir kayıp. Çünkü her tohum, bir hikâye taşır. Coğrafyanın iklimini, insanının emeğini, köylünün sabrını, sofraların bereketini taşır. Bir köyde yetişen fasulye, başka bir köyün fasulyesinden farklıdır; o fark, bir coğrafyanın kendine özgü sesidir.
Bugün market raflarında birbirine benzeyen meyve ve sebzeler, aslında dünyanın giderek tek renge, tek tada ve tek sese mahkûm edildiğinin göstergesidir. Çeşitlilik kayboldukça kültür de zayıflar. Çünkü yemek kültürü, yalnızca karın doyurmak değil; aynı zamanda bir kimliktir. Sorun derinleşirken doğa da sessizce uyarıyor. Verimsizleşen topraklar, artan kuraklık, besin değeri azalan ürünler, aslında bize unuttuğumuz tohumların acısını gösteriyor.
Bir zamanlar bereket fışkıran topraklarda artık aynı ürün için üç kat gübre kullanılıyor. Bir zamanlar köylünün kendi bahçesinden topladığı domatesle bütün köy doyar, bugün ise aynı toprak ithal tohuma, ithal gübreye ve ithal ilaca bağımlı. Kendi kendine yeten toprak, başkasının onayına muhtaç hale gelmiş durumda.
Toprağın unuttuğu tohumlar” aslında bizim unuttuğumuz değerlerin bir yansımasıdır. Biz unuttukça toprak susuyor, bereket azalıyor, lezzet kayboluyor. Oysa yeniden hatırlamak mümkün. Köylerin sandıklarından çıkarılacak her tohum, yalnızca bir ürün değil; geçmişle gelecek arasına kurulacak bir köprüdür. Bir domatesin kokusu, bir ekmeğin tadı, bir salatalığın çıtırtısı bile bir toplumun hafızasını diri tutar. Çünkü tohum sadece gıda değil, kimliktir, kültürdür, yaşamdır.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.