Salih Cenap Baydar

Salih Cenap Baydar

Eğitim Reformu - 1

Eğitim Reformu - 1

Nedense, bir şeyin bittiğini kabul etmemek gibi enteresan bir huyumuz var. Mahrumiyetler içinde geçen yılların bize mirası mıdır, yoksa bir türlü yeni başlangıçları yapamıyor olmanın bizleri sürüklediği kaçınılmaz nokta mıdır bilemem ama “bitirmek” konusunda bir eksiğimiz var.

Piknik tüpünün bittiğine inanmak istemeyiz mesela. Sallayarak biraz daha kullanmanın derdine düşeriz. Kalem pilleri ısırarak hayata döndürmeye kalkarız. Biten diş macunu tüplerinin içinde kalmış olabilecek en ufak boşlukları araştırırız. Arabanın yanan benzin ışığını görmezden gelip, “bu daha en az on kilometre götürür” diye diye yolun ortasında kalanlarımız vardır.

Bir şeyin bittiğini anlayıp kabul etmek, sağlıklı bir yenileme sürecinin, yeniden başlamanın, tazelenmenin olmazsa olmazı.

Bu kural, sadece kullandığımız ürünler için değil, miadını doldurmuş anlayışlarımız ve kurumlarımız için de geçerli.
Değiştirilme zamanı çoktan gelip geçen “anlayışlarımızdan” birisi de “eğitim anlayışımız”.
Cem Yılmaz’ın parodisini yaptığı gibi sahtekârların bile ağzında sakız olmuş: “eğitim şart”.
Toplumun ilerlemesi için herkesin mutabık olduğu üzere “eğitim şart” ama hangi eğitim?
Öğretmen ve öğrencilerin entelektüel sefaletine, PISA sonuçlarına, üniversite mezunlarıyla yapılan sokak röportajlarına bakıldığında, kocaman bir fiyasko, devasa bir yalan olduğu görülen eğitim mi şart?
Cari eğitim anlayışımızın bizi hiçbir yere götürmediği, götüremeyeceği gerçeği kabullenilmelidir.
Kabullenilmelidir ki yeni arayışlara kapı açılabilsin.
Eğitim, bilgiye yönelik demode bir bakış çerçevesinde tasarlanamaz, tasarlanmamalıdır.

19. asır sonlarına uygun bilgi kavrayışı ve eğitim anlayışı bugün hükmünü büyük ölçüde yitirmiştir. 
Nedir o bakış?
Bilgi kaynaklarına erişim son derece zor ve pahalıdır. Devlet bu ağır yükün altına girerek “öğretmenler” yetiştirecektir. Daha sonra bu öğretmenler elde ettikleri “ilmin ışığını” yaymak üzere yurdun karanlık köşelerine gönderileceklerdir. Öğretmenler rasyonel medeniyetin elçileri, hatta bir anlamda misyonerleri olacaklardır.
Eski Türk filmlerinde örneklerini gördüğümüz, örümcek beyinli yobaz halkı aydınlatmak için kendini parçalayan “aydın” öğretmen tipolojisi bugün bir karikatür haline gelmiştir.
Bilgi devrimi ve internet sayesinde bilgi kaynaklarına erişim artık hem kolay hale gelmiş hem de ucuzlamıştır. Birkaç tıklamayla ulaşılmayacak kaynak kitap kalmamış gibidir. Dahası, ilmin peşine düşen hemen herkes için, en parlak hocaların en mutena derslerine -sanal olarak da olsa- ücretsiz iştirak imkânı doğmuştur. Şırnak’taki, Ardahan’daki ya da Batman’daki çocuklar ve gençler, dilerlerse artık ceplerindeki telefondan İstanbul’un en parlak dershane hocalarının ders videolarını seyredebilmektedir.  Hasbelkader İngilizce öğrenenlerin önüne açılan ufuklar ise tariften varestedir. 
Bugün bilgiyi aktarmak, eğitimin amaçları arasında çok arka sıralara itilmiştir. Eğitimin en temel iki fonksiyonu: zorla sınıflara doldurulmuş gençlere ideolojik endoktrinasyon yapmak ve onları zararlı, tehlikeli “sokaklardan” uzak tutmaktır.
Bu “kafa” gençlerimizi 21. yüzyıla hazırlayamaz.
Çünkü bilgi devriminin ortasında okulları kullanarak ideolojik endoktrinasyon yapmak da, gençleri “zararlı” fikirlerden korumak da mümkün değildir. 
Başarısızlığı defalarca ispatlanmış eğitim sistemiz hastalıklıdır. 
Bu “hastalık”, müfredat düzenlemeleriyle, yeni okul tipleri icat etmekle, hatta bütçeden eğitime daha çok para ayırmak gibi pansumanlarla iyileştirilemez! 
Köklü bir eğitim reformuna ihtiyacımız var.
Bakalım “devletlilerimiz”, bu kanayan “ölümcül” yaraya neşter atmayı ne zaman gündemlerine alacaklar.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR