Mehmet YILDIRIM

Mehmet YILDIRIM

Yalınlaştırma mı? Yozlaştırma mı?

Yalınlaştırma mı? Yozlaştırma mı?

 Önceki yazılarımda yineleyerek üstünde durduğum noktalara kısaca değinmek istiyorum.  Özellikle kültürlerin birbiri ile etkileşiminin zaruri olduğunu ve bu etkileşim sırasında kültür ve kelime alışverişinin geçekleştiğinden bahsettik. Tabii, bu kelime alışverişi tehlikeli boyutlara ulaştığın da, “milli dile yabancılaşma” ve” kültür emperyalizmi” ne neden olabileceğini söyledik. Şimdi iki yazı serisinde anlatmak istediğim noktaya gelelim. 
   “ Kendi güzel dilini, özleştireceğiz diye yıkmaya çalışanların eline bırakarak her bakımdan ziyan eden tek ülke, Türkiye’dir.”  Diyor Rahmetli Nihad Sami Banarlı.
    Uzun yıllardan beri bilinen bir gerçek vardır ki Türkiye’de ki dil üzerine yapılan çalışmaların çıkmaz bir hâl almasıdır. Milli benliğin, milli kültürün ve milli tarihin can damarı ve aynı zamanda ortak ürünü olan dil, ülkemizde kimi zaman politik kimi zaman siyasi oyunlara alet edilmiş ve kullanılmıştır. Bu faaliyetler de dil menfaat ve cehaletin kurbanı olmuş, hatta kasti ve aleni olarak unutturmak ve yıkılmak istenilmiş hala da istenilmektedir. Peki bu noktaya nasıl gelindi bunu kısaca açıklayalım.
      Osmanlı Devleti döneminde, dilde ki bu bozulmalar ve aşırı bir şekilde yabancı kelime alınması sonuncunda ortaya çıkan “Yeni Lisan” hareketi ile “Milli bir edebiyat milli bir dille yaratılabilir” fikri ortaya atılmış ve Türkçe’ nin sadeleşmesi için ilkeler konulmuştur. Bunu zaten önceki yazımda izah ettim. Kısaca bu ilkelerde, “Millileşmiş” yabancı kelimelere dokunmadan diğer yabancı kelimelerin dilden atılması öngörülmüştür.  Aynı dönemde konuşma dili ile yazı dili arasında ki farklılıklar aydın kesimle ile halk arasında kopukluluğa neden olmakla beraber devlet ile halk arsında ki iletişimi de zorlaştırmıştır. Yazı ve konuşma dili arsında ki bu sorunu çözmek amaçlı çalışmalar başlamış ve Cumhuriyet döneminde artarak hız kazanmıştır.
   Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkçeyi yabancı kelime, kip, edat ve terkiplerden kurtarmak; günümüzün ilim, teknik, fen, edebiyat, felsefe, sanat ve spor gibi alanlardaki terimleri ve kavramları ifade edecek hâle getirerek konuşma ve yazılı dilini olabildiğince birbirine yakınlaştırma hedefine büyük oranda ulaşmıştır. Fakat Atatürk’ün vefatından sonra, sadeleşmenin sınırının konulmaması; yeni oluşturulan kelimelerin dilin yapısına ve fonetiğine uygun olup olmadığına dikkat edilmemesi; Türkçenin şekil, mana ve mefhum bakımından uygun olmayan ve hatalı pek çok kelimenin üretilmesi; dil meselesinin milli kültür meselesi olarak değerlendirilmeyip siyasi, politik ve ideolojik olayların ön planda tutulması, sadeleşmenin yerini süratle tasfiyeye bırakmasına ortam hazırlamıştır. 
     İşte Türkçemiz iki nedenden ötürü fakirleşmiştir. Birincisi bahsettiğim sadeleşme ile başlayıp özleştirme, yalınlaştırma, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma iddiasıyla, dilimizde ki Millileşmiş kelimelerin dahi dilden atıldığı bir soysuzlaştırma, fakirleştirme, tasfiyecilik ile devam etmektedir.  Acı tarafı ise bunu yaparken devletten destek almış, imkânlar verilmiş, teşkilatlar kurulmuş olmasıdır. İkincisi ise bu çalışmalar yapılırken teknolojik gelişmeler takip edilememiş ve yabancı kelimeler akın akın dilimize girmiştir ve girmektedir. 
    Bunların sonucu olarak, asırlar boyu atalarımızın at sırtında diyar diyar gezerek, savaşlar ve fetihler yaparak, devlet kurup devletler yıkarak, başka topraklardan ve başka dillerden kültür ve kelime derleyerek oluşturduğu, bu renkli ve cıvıl cıvıl Türkçemiz yozlaşıp yok olmanın eşiğine gitmektedir. 
    Tarih boyunca düşmanlarımız hiç eksilmemiş, her daim var olmuştur. Bugün de düşmanlarımız bizi biz yapan üç büyük hazineyi bizden almak istemektedir. Nihad Sami Banarlı “Türkçenin Sırları” kitabın da bu üç hazineyi “üç tılsım”  olarak ifade ediyor ve şöyle açıklıyor:
1.    Milleti birbirine bağlayan tek ve güzel dilimiz.
2.    Türk Milletini tam bin yıl, dünyanın en ahlâklı, en medenî ve en büyük kuvveti hâline getiren Türk Müslümanlığı.
3.    Türk çocukları için dâima büyük şeref ve güven kaynağı olan, milli tarih ve ecdad sevgisi.
 
     Ve evet gördük ki dil bir milletin benliğini, tarihini ve kültürünü oluşturduğu gibi bunların ortak eseridir. Buna sahip çıkmak bizim asli ve zaruri görevimiz ve gayemiz olmalı. Bunu yapmanın yolu bu üç maddeye sımsıkı sarılmaktır. Günü geldiğinde İslam’ın sancaktarlığı bize verilecektir. Zira Türk ve İslam âlemi için son umut bu millet ve bu vatandır.
    Selametle…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR