Kazançla mutluluk arasında kalanlar
Bir iş sahibi olmak, ay sonunda maaş almak, ev kiralayabilmek, faturaları ödeyebilmek… Geçim dediğimiz döngü bu adımlarla şekillenir. Ancak son yıllarda bu döngünün ortasında sıkışıp kalan bir kitle var: kazanan ama mutlu olmayanlar.
Her gün işe giden, mesaisini tamamlayan, maaşını alan ama akşam başını yastığa koyduğunda kendini eksik, yorgun, hatta boşlukta hissedenler. Modern hayat, başarıyı çoğu zaman kazançla eş tutuyor. Ne kadar kazanıyorsan, o kadar başarılısın. Ama ya mutluluk? O, hesap tablolarında yer bulamıyor. Gözle görülemez, elle tutulamaz olduğu için çoğu zaman erteleniyor. “Şimdi çalışayım, sonra mutlu olurum” anlayışı, yıllar geçtikçe birikiyor; ama o “sonra” bir türlü gelmiyor. Birçok kişi, istemediği işlerde yalnızca para kazanmak için kalıyor. Kariyer basamaklarını tırmanıyor ama her adımda biraz daha kendinden uzaklaşıyor. Sabahları uyanmak zor geliyor, işe gitmek angarya gibi hissediliyor. Ay sonunda banka hesabına düşen para bir rahatlama değil, sadece bir sonraki döngünün bileti oluyor. Elbette para önemli. Kimse romantik bir fakirlik hikâyesi anlatmak istemiyor. Temel ihtiyaçların karşılanmadığı bir yerde huzurdan, hayallerden, anlamdan söz etmek gerçekçi değil. Ama hayat sadece geçinmek içinse, bu yaşamın tadı nerede saklı? İnsan doğası anlam arar. Bir işin yalnızca kazanç sağlaması değil, aynı zamanda bir değer yaratması, insanın kendini ait hissetmesi, gelişmesi gerekir. Günümüzün en büyük çıkmazı belki de burada başlıyor: insanlar yaşamlarını sürdürüyor ama yaşadıklarını hissedemiyor. Sosyal medyada gösterişli hayatlar, parlak ofisler, lüks tatiller sürekli göz önünde. Bu da yetmezlik hissini daha da derinleştiriyor.
Elindekiyle mutlu olmak yerine, hep daha fazlasını istemek öğretiliyor. Oysa çoğu zaman aranan şey para değil; takdir edilmek, huzurlu hissetmek, sabah içten bir “günaydın” duymak, yaptığı işin bir anlamı olduğunu bilmek. Kazançla mutluluk arasında sıkışan bireyler için belki de yeni bir tanım gerekiyor: tatmin. Tatmin duygusu, ne kadar kazandığın değil, yaptığın şeyin sende ne hissettirdiğiyle ilgilidir. Bazen küçük bir projede çalışmak, büyük bir maaştan daha doyurucu olabilir. Bazen bir çocuğun gülümsemesi, bir müşterinin içten teşekkür edişi, tüm yorgunluğu unutturabilir.
Elbette bu yazı bir “her şeyden vazgeç, huzurun peşinden koş” çağrısı değil. Ama belki bir durup düşünme daveti. Hayat, sadece çalışıp maaş almaktan mı ibaret? Yoksa ara sıra kendimize şunu sormamız mı gerekir: Ben, ne için yaşıyorum? Ve bu yaşadığım şey gerçekten hayat mı?

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.