Gönülleri birleştiren ayda paylaşma, vefa ve dua ön plana çıkıyor
Manevi iklimin güçlendiği dönemlerde paylaşma kültürü, vefa bilinci ve dua anlayışı toplumsal hayatta daha görünür hâle geliyor. Kalbe yönelişin arttığı süreçte, bireysel arınma ile birlikte toplumsal dayanışma da öne çıkıyor.
Takvim yapraklarında sıradan görünen bazı zaman dilimleri, taşıdığı anlamlarla insan hayatında özel bir yer ediniyor. Manevi atmosferin yoğunlaştığı dönemlerde yalnızca günlük alışkanlıklar değil, kalplerin yönü de değişiyor. Paylaşmanın merkezde yer aldığı sofralar, maddi ihtiyaçların ötesinde gönülleri buluşturuyor. Bu süreçte sabır, şükür ve affetme kavramları toplumsal ilişkilerde daha belirgin hâle geliyor. Aynı zamanda vefa duygusu, inancın hayatın her alanına yansıyan temel unsurlarından biri olarak öne çıkıyor. İnsanlar, verilen sözleri hatırlıyor, emanet bilincini canlı tutuyor ve geçmişte kurulan bağları korumaya yöneliyor. Dua anlayışı ise bireyin hem Yaradan ile hem de çevresiyle kurduğu bağı güçlendiren manevi bir köprü olarak görülüyor. Kalplerin imanla aydınlandığı bu dönemlerde, iç huzur ve toplumsal dayanışma birlikte güç kazanıyor.
GÖNÜL SOFRASININ KURULDUĞU AY
Bazı aylar vardır ki, takvimdeki yeri diğerleriyle aynı olsa da gönüllerde bambaşka bir anlam kazanır. İnsan sadece zamanın içinde yaşamaz; bazen zaman, insanın içinde akar. İşte gönül sofrasının kurulduğu ay, böyle bir zaman dilimidir. Bu ay, insanın dünyaya değil, kendine yöneldiği, nefisle değil, kalple konuştuğu, sadece midelerin değil, gönüllerin de doyduğu müstesna bir dönemdir. Bir sofranın kıymeti, üzerindeki nimetten çok etrafında oturanların hâliyle ölçülür. Gönül sofrası da böyledir. O sofrada gösteriş yoktur, kibir oturmaz, hesap kitap yapılmaz. O sofra; sabrın, şükrün, affın ve paylaşmanın sofrasıdır. İnsan, bu ayda kendi açlığını değil, başkasının ihtiyacını düşünmeye başlar. Yoksulun hâli daha görünür olur, yetimin gözyaşı daha hızlı silinir. Çünkü bu ay, ben merkezli yaşamın duvarlarını yıkar; yerine gönülden gönüle kurulan köprüleri koyar. Gönül sofrasının kurulduğu ay, aslında bir ruhsal terbiye mevsimidir. İnsanın alışkanlıklarını yoklayıp, zaaflarını yüzeye çıkarır, sonra da onları tedavi edecek imkânlar sunar. Açlık insanı sabra, sabır insanı şükre, şükür ise kulun Rabbine olan yakınlığına taşır. Böylece bu ay, sıradan bir zaman dilimi olmaktan çıkar, insanın kalbini terbiye eden bir mektebe dönüşür. Bu ayın en güzel tarafı ise paylaşmanın görünür hâle gelmesidir. Zengin de fakir de aynı sofranın etrafında toplanır, farklılıklar erir, gönüller birbirine yaklaşır. İnsan, en çok paylaşırken huzur bulur, en çok verirken çoğalır. Gönül sofrası işte bu çoğalmanın adıdır. Bazen bir hurma, bazen bir tebessüm, bazen de kısacık bir selâm bile bu sofranın en kıymetli nimeti olur.
İMANIN İNCELİĞİ VEFA DUYGUSU
Vefa Bu kısa kelime, içinde yılların sükûnetini, gönüllerin sadakatini ve kalplerin derinliğini taşır. Sözlükte sadakat, bağlılık olarak açıklanan vefa, İslâm ahlâkında ise çok daha geniş ve derin bir anlam kazanır. Vefa, sadece insanlara karşı değil; Allah’a, Peygamber’e, aileye, dostlara ve emanete karşı duyulan sorumluluk bilincidir. İşte iman, işte vefa İmanın incelikleri, çoğu zaman bu duyguda hayat bulur. Bir müminin hayatında vefa, imanının görünür hâlidir. Allah’ın verdiği nimetleri unutmamak, emanetleri korumak, verilen sözü yerine getirmek, hatırlanan iyilikleri unutmayıp karşılık beklemeden devam ettirmek İşte bunlar, kalpte imanla beslenen vefanın meyveleridir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), vefayı hayatın her alanına yansıtmış, dostuna, düşmanına, ümmetine karşı vefalı olmanın örnekliğini göstermiştir. Onun yolunu takip eden bir kul, imanını sadece sözde değil, eylemde de taşır. Vefa, insana ağır bir yük gibi gelmemelidir, aksine ruhun incelmesini sağlayan bir süs, kalbin terbiye aracıdır. Nitekim Kur’an, vefayı bir ölçü olarak sunar, Andolsun ki, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vaat edilen, Allah’ın kullarına verdiği nimetleri unutmayanların karşılığıdır. Bu ayet, vefanın sadece insan ilişkilerinde değil, Allah’a karşı sorumlulukta da ne kadar önemli olduğunu gösterir. Vefa, bir bakıma iman ile ölçülür, ne kadar iman varsa, vefanın derinliği de o kadar hissedilir. Vefasızlık ise kalpteki iman eksikliğinin sessiz göstergesidir. Çünkü iman, sadece inanç değil, o inancın hayatın her alanına yansımasıdır.
İMAN İLE AYDINLANAN KALPLERİN HİKÂYESİ
İnsan hayatında en değerli ışık, gözle görülen bir ışık değildir. Gözleri aydınlatan değil, kalbi aydınlatan ışıktır. İşte bu ışık, imandır. İman, insanın ruhuna düşen, karanlıkları delen, yolları belirleyen bir rehberdir. Kalpler, imanla buldukları nur sayesinde hem kendilerini hem de etraflarını aydınlatır. Bu yüzden her imanlı insanın hikâyesi, birer ışık hikâyesidir. İman ile aydınlanan kalpler, dünyayı sadece maddi yönleriyle değil, ruhun penceresinden görür. Zorluklar, sıkıntılar, acılar ve kayıplar, bu kalpler için karanlık değildir; aksine, sabır ve tevekkül ile sınandıkları sahnelerdir. Çünkü iman, kalbe öyle bir güven verir ki, kişi yalnızca Allah’ın planını bilir, kulun sınavlarını ve rahmetini hisseder. Böyle bir kalp, karşılaştığı her zorlukta ümitsizliğe kapılmaz; aksine iç huzuru ve sükûneti bulur. İman ile aydınlanan kalplerin bir diğer özelliği ise merhamet ve iyilik ışığını yaymalarıdır. Kalbinde iman ışığı olan insan, sadece kendine değil, çevresine de huzur taşır. Her sözü, her davranışı ve her bakışı ile iyiliğe vesile olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v) hayatında bu ışığı öyle güçlü bir şekilde yansıtmıştır ki, O’na dokunan herkes bir nebze de olsa aydınlanır. İman, insanı hem Rabbine hem de insanlara bağlayan bir köprüdür, bir kalbi aydınlatmak, aslında dünyayı biraz daha huzurlu hâle getirmektir. Kalpler, imanla aydınlandığında tefekkür ve şükür ile beslenir. İnsan, Rabbine yöneldiğinde sadece kendi ruhunu değil, yaşamını, çevresini ve toplumunu da olumlu yönde etkiler. İman, gözleri görmekle yetinmeyen, kalbi hissetmeye açan bir kudrettir. Bu kudret, insanı bencillikten, kibirden, vefasızlıktan uzaklaştırır ve onu gerçek değerleriyle buluşturur.
DUA İLE ÖRÜLEN KÖPRÜ
İnsanın en çaresiz anlarında, en karanlık yollarında, en yorgun günlerinde sarıldığı tek şey vardır, dua. Dua, sadece dilekleri iletmek değil, ruhu, kalbi ve gönlü Allah’a bağlayan görünmez bir köprüdür. O köprü, insanı yalnızlığından çıkarır, ümitsizliğini umuda dönüştürür, kalbini sükûnete taşır. Dua ile örülen köprü, her mesafeyi kısaltır, her engeli aşar ve en uzak kalpleri birbirine yakın eder. Dua, bazen kelimelerle, bazen sessiz bir niyetle yapılır. Önemli olan sözlerin uzunluğu değil, kalbin samimiyetidir. Samimi bir dua, insanı Rabbine yaklaştırır ve aynı zamanda insanın iç dünyasında da bir ışık yakar. Dua eden kalp, yüklerini Rabbine bırakır; vicdanı hafifler, ruhu dinginleşir, umut yeniden yeşerir. Bu anlamda dua, yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda insanı olgunlaştıran bir köprüdür. Dua ile örülen köprü, sadece insan ile Allah arasında değil, insan ile insan arasında da bir bağ kurar. Bir kişinin hatırladığı, bir başkası için ettiği dua, aradaki mesafeleri kapatır. İnsan, duayı paylaşarak hem kendini hem de başkasını rahmete yakın kılar. Bir annenin çocuğu için ettiği dua, bir dostun arkadaşına ettiği niyet, uzaktaki bir sevdiğin hatırlanması İşte hepsi görünmez köprülerin taşlarıdır. Hayatın telaşında bazen dua etmek unutulur, bazen de kalp ile dil arasına mesafeler girer. Oysa dua, insanı sadece Rabbine değil, kendi iç dünyasına da bağlayan bir iptir. İnsan, dua ettikçe hem Rabbine yakınlaşır hem de kendi gönlünde güven ve huzur hisseder. Bu güven, hayatın tüm karmaşasında bile bir sığınak olur.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.