Kuraklık sadece yazın değil, artık her mevsimde
Türkiye’de yıllardır alıştığımız bir düzen vardı: Yaz ayları sıcak ve yağışsız geçer, sonbaharda yağmurlar başlar, kışın kar yağar, ilkbaharda toprak canlanırdı.
Mevsimlerin kendine ait bir dili, bir akışı, bir hafızası vardı. Şimdi o hafıza yavaş yavaş siliniyor. Sadece yaz aylarında kuruyan toprak, artık yılın her döneminde susuzlukla karşı karşıya. Yağmurun ne zaman yağacağı belli değil, karın nasıl bir kış geçireceği belirsiz, barajların doluluk oranı tahmin edilemez hâle geldi.
“Kuraklık” kelimesi, artık sadece yaz sıcaklığının bir sonucu değil; tüm yıl boyunca devam eden bir risk haline dönüştü. Türkiye’nin birçok bölgesinde kış ortasında bile yağış eksikliğinden kaynaklanan su açığı görülüyor. Eskiden kışın barajlar dolar, yazın yavaş yavaş tükenirdi. Şimdi barajlar kışın bile toparlanamadan yeni sezona giriyor. Yağmur yağmadığında bunu artık sadece çiftçi değil, şehirde yaşayan herkes hissediyor. Çünkü kuraklığın etkisi sofraya, faturalara, pazardaki fiyatlara, hatta günlük hayattaki küçük alışkanlıklara kadar yansıyor. Bu durumun temel nedeni iklim değişikliği olsa da, tamamen iklimi suçlayıp gerisini göz ardı etmek de doğru değil.
Yanlış tarım politikaları, suyun verimsiz kullanımı, plansız şehirleşme, bilinçsiz tüketim ve yıllardır ertelenen su yönetimi, bu sürecin ikinci büyük nedeni. Kısacası suyu sadece doğa değil, insan da hızla tüketiyor. Türkiye su zengini bir ülke değil; tam tersine, su stresi yaşayan ülkeler sınıfında. Buna rağmen suyu gereği gibi koruyan bir düzen kurulamadı. Tarımda hâlâ vahşi sulama yöntemi kullanılıyor, şehirlerde altyapı kayıpları yüksek, kaçak su oranı ciddi seviyede, bazı bölgelerde arıtma sistemleri yetersiz. Böyle bir tabloda yağmur yağmadığında bütün sistem kırılganlaşıyor.
Çünkü suyun gelişi düzensiz, yönetimi ise uzun yıllardır eksik. Kuraklık artık mevsimsel değil, yapısal bir sorun hâline geliyor. Bu, kısa süreli tedbirlerle değil, politik kararlılık ve uzun vadeli planlamayla çözülmesi gereken bir mesele. Baraj yapmak tek başına çözüm değil. Sorun suyun depolanması değil, suyun doğru kullanılması. Sulama tekniklerinden şehir altyapısına, sanayideki tüketimden hane içi bilinçlenmeye kadar bütün alanların yeniden düzenlenmesi gerekiyor.
Toplum olarak da bu yeni dönemin farkında olmak zorundayız. Çünkü kuraklık sadece tarladaki mahsulü etkilemiyor; market fiyatlarını, enerji üretimini, hijyeni, yaşam kalitesini, hatta sosyal hayatı bile etkiliyor. Su azaldığında her şey pahalılaşır, her şey zorlaşır, her şey yavaşlar. Bugün yaşadığımız durum, geleceğin bir ön izlemesi gibi.
Eğer bu tabloya “alışırsak” en büyük hata da bu olur. Kuraklığa alışmak, tehlikeyi normalleştirmek demektir. Oysa bu mesele, üzerine ne kadar erken eğilinirse o kadar yönetilebilir bir sorundur. Gerçek şu: Kuraklık artık kapıda değil, evin içinde. Mevsimlerin değişen düzeni, yağışların kaybolan ritmi ve suyun azalan varlığı bunu açıkça gösteriyor.
Geriye kalan tek şey, bu gerçeği kabullenip hem devlet hem toplum olarak suya gösterilen değeri artırmak. Çünkü suyun olmadığı yerde üretim olmaz, hayat olmaz, gelecek olmaz.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.