Zeynep OKUMUŞ

Zeynep OKUMUŞ

Tarancı’nın Aynaları

Tarancı’nın Aynaları

Türk Dili dergisinin Ekim 1965 sayısını okuyordum geçtiğimiz günlerde. Cahit Tanyol’un bir şiirine denk geldim. “Tarancı’ya Mektup” tu şiirin başlığı:

Öldün, öldün de kurtuldun adaşım…

Bugün bahar,

Gök mavi, çiçekler boncuk boncuk.

Bir düş sarıvermiş bahçeleri dal dal

Ve öylesine dumanlı ki başım.

Hani demiştin:

“öldük, ölümden bir şey umarak”

İçinde çığlık çığlık anılar ve çağrışım…

*******

Yılların bize etiğini anlamadın…

Ölümden daha beter ölümün türlüsü

Ve senin aynalarda güzel kaldı adın.

Öldün, öldün de kurtuldun adaşım…

Şairin, aynalarla bu kadar bağdaşmış Cahit Sıtkı’ya “sen gittin fakat aynalarda güzel kaldı adın…” demesi öylesine eritti ki içimi. Ve aklıma şu soru takıldı:

Bizim için ayna Cahit Sıtkı demekse, Cahit Sıtkı için ayna ne demekti?

Aslında birçok şeydi, çok fazla şey demekti.

Sigmund Freud’un öncülüğünde gelişen psikanalitik eleştiri yöntemi, Tarancı’nın aynalarına onun gözünden bakmamıza yardımcı oluyor. Freud’a göre sanat eserinde kullanılan bir imge, birtakım ruhsal eğilimlerin saptanmasında belirleyici bir işleve sahip olabilir. Ve hatta yine Freud’a göre, gerçek dünyada tatmin edemediği isteklerle dolu olan sanatçı da bir ruh hastasına yakın sayılır.

İlk şiirini 20 yaşında yayımlayan şairimizin, sonra sonra üstünde yapışacak olan “Ölüm Şairi” lakabına layık bir şekilde şiirlerinde; ölüm, yalnızlık ve terk edilmişlik duygusu hakimdir. ‘Ayna’ ise şairin bu duyguları şiirlerine yansıtmak için çok sık kullandığı bir imgedir.

Yer yer, ‘aynadaki yansıma’ şairin varoluşu sorguladığını anlatırken bizlere:

“Aynadaki aksim, gölgem ve ben

Var mıdır, yok mudur bunlar sahiden?”

Bazen de en yakın dostudur, hatta onu aynalardan çok seven, anlayan yoktur:

“Aynalar, aynalar, sevgili aynalar

Yok beni anlayan, seven sizin kadar.”

Bizlere dış görünüşünü sevmediği için aynalardan sürekli kaçtığı, yıllarca onlara bakmadığı söylenen Tarancı, kız kardeşi Nihal Hanım’a yazdığı bir mektubunda: “canım sıkıldığı vakit ya sokaklarda kendi kendime dolaşır veya ayna karşısına geçer veyahut sevdiklerimden birine mektup yazarım.” demiştir. Aslında ayna, şairimizin yalnızlığını gidermek için kullandığı bir nesne gibidir hayatının bir döneminde.
Tarancı, Ziya Osman Saba’ya yazdığı bir mektupta ise kendisinde uzun uzadıya bahseder ve şunu ekler: “Kusura bakma, Ziyacığım, gene hep kendimden bahsettim, ne yapayım. Önümdeki bardak ayna, tabak ayna, masa ayna, kâğıt ayna, kalem ayna, hep kendimi görüyorum senin gözlerinde bile, Ziyacığım.”

Aynalara bariz bir şekilde takıntılı olan şairimiz, zamanında kırık bir aynayla bile bize ölümü hatırlatmıştır:

“Susar servileriyle mezarlık/susar ve hatırlatır: -bu kırık aynadaki hazin perişanlık…”

Görüyorsunuz ki, Tarancı’nın aynaya yüklediği anlamlar bazen öyle oluyor ki bahsettiği şeyin gerçekten bir ayna olup olmadığını sorguluyorsunuz. Aynanın iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlayamıyorsunuz. Yine kardeşi Nihal Hanım’a yazdığı bir mektubunda: “öyle zamanlarım oluyor ki her şey ve herkes gözümde sıfıra düşüyor, aynada kendi kendime bakmaktan ürküyorum.” diyor şair. Korku, tedirginlik, çaresizlik, karanlık ve yalnızlık… tek bir ayna bütün bunları birden simgeliyor. Sanki aynalarla dolu bir labirentte çıkış arıyoruz fakat her yol başka bir aynaya, bambaşka bir anlama çıkıyor.

Ve Otuz Beş Yaş şiiriyle anlıyoruz ki, Tarancı aynalardan kaçtığı o meşhur döneme giriyor. Aynalar, yalnızlığı gideren bir dosttan her baktığında ona beğenmediği dış görünüşünü hatırlatan birer düşmana dönüşüyor.

İlk kez 1880’lerde İtalyan Psikiyatrist Enrique Morselli tarafından kullanılan dismorfofobi terimini yaşıyor Tarancı. Bedeniyle ilgili utançlarına olan takıntısı şiirlerine yansıtıyor.

“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

Ya gözler önündeki halkalar?

Neden böyle düşman görünüyorsunuz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”

Fakat bu aynalardan kaçış dönemi 1947 yılının aralık ayında değişiveriyor. Şairimiz çalıştığı ofiste, şiirlerine “yıllardır kaybettiği aynasını buluşu” olarak yansıyacak biriyle tanışıyor.

Cavidan Hanım, aynalara küsen Tarancı’nın en parlak aynası ve şiirlerinde bir dönüm noktası oluyor.
1951’de evleniyorlar ve ölüm yerini yaşama sevincine bırakıyor.

Sonuç olarak Cahit Sıtkı için ayna birçok şeydi, çok fazla şey demekti. Fakat sanırım beni için ayna, Cahit Sıtkı olarak kalacak. Ne de olsa aynalarda güzel kaldı onun adı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR