Osman Doğan

Osman Doğan

Öyle bir çizginin üstündesin ki...

Öyle bir çizginin üstündesin ki...

Duyarlı bir toplumun, duyarsız toplumlar karşısındaki hükmü her zaman üstündür. 
Cümlelerini, hayata olan bakış açılarını, belli bir nizam çerçevesinde sürekli geliştiren  bireyler, toplumun arzu ettiği bireylerdir. 
Dünyadaki devinime, menfi  çizgilerindeki keskin hatlara kapılmadan, çizgisini bozmayan insanlar, er ya da geç, anlaşılan insanlardır. 
Bu gün kalabalıkların içerisinde, yalnızlaşan insan modelleri, dün durduğu yerde duramayanlardır.
 Bu gün hayatın bütün acı yönleri karşısında, gardını alamayan insanlar, yarın esecek olan en ufak bir rüzgârla kaybolup gideceklerdir.
İşte tam bu noktada söylenilenlerin neye mal olacağını iyi hesaplamamız gerekiyor. Dilden, dimağdan kopan her bir cümle, artık sizin özgürleştirdiğiniz cümleler hükmüne geçiyor. 
Özgürleştirdiğiniz cümleler tarafından, esir edilmek istenmiyorsanız, söylemeden önce çok iyi düşünmeniz gerekiyor. 
Ahlaki düzenin, görsel manadan ayrılan metaforu, sözler içerisine sıkıştırılan bakış acılarıdır.
 Bunun aksi Nasrettin Hocanın ‘ye kurkum ye’ hikayesiyle eş değerdir. 
Bu sebeple, insanlar gelişleriyle karşılanır, söyledikleriyle uğurlanır cümlesini daha manidar görüyorum.
Daha iyi konuşmak için, daha etkili bir alan oluşturmak için, yalana başvuran bireylerin hükmü, yalanlarının açığa çıkması kadardır. 
Bu sebeple, dil Allah tarafından insana bahşedilen en değerli uzuv, doğru söz ise değerli olan bu uzvun iffetidir.
Göz Allah tarafından kainatı okuya bilmek için verilen birer pencere, doğruya, helale bakmak ise o pencerenin hayasıdır. 
Bunun içindir ki insanı insan edenin kendisinde var ettiği değerleridir. Değerlerinden yoksun olan bir milletin bu dünyadaki hükmü ise hüsranın ta kendisidir.
Bu konunun özeti hükmünde olan ifadeleri Bediüzzaman söyle ifade etmiştir.
‘‘İslamiyet ‘Sıdk ‘ yani doğruluktur. Çünkü sıdk hayatın ana direğidir. Küfrün mahiyeti yalandır. Hayatı içtimaiyyemizin esası olan sıdk ve doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevi hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz. Riyakârlık fiili bir yalancılıktır. Dalkavukluk, tasannu alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve yalancılık muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise Sani-i Zülcelalin kudretine iftira etmektir” 
Böylece var oluş gayemizi unutarak, kendimizi şahıslara, zamana, esen rüzgara göre uyarlamak Müslümanın vasıflarından değildir. 
Yazımızı hocamızın eşsiz misaliyle sonlandırmak istiyorum; 
Farz et ki sen Hz. Peygamber (sas)’in Bedir Savaşını yaptığı gün o civarda develerini güden bir çobansın.
 Efendimiz Aleyhissalat Vesselam ile Ebu Cehil taraftarları Bedir Kuyuları yakınında savaşa tutuşmak üzereler…
Eğer, sen “Şöyle bir yüksek tepeye çıkayım da yaşanan savaşı seyredeyim” dersen kâfirler zümresinden olursun.
Eğer, “Yarabbi, bunlardan kim haklı ise ona yardım et” diye dua edersen, yine kâfirlerden olursun. 
Çünkü sen bu dünyaya hangisi haklı, hangisi haksız bilmek için gönderilmişsin. Bu ayırımı, haklı-haksız, hak-batıl ayırımını yapamayan mümin olamaz.
Eğer, “Yarabbi, Peygamberin Hz. Muhammed (sas)’a yardım et, onu muzaffer kıl” diye dua edersen günahkâr bir fâsık olursun. Çünkü o dua etme zamanı değil, eyleme geçme anıdır.
 
Eğer hakiki bir mümin isen yapacağın şudur: Olaydan haberdar olur olmaz, yerinden öyle bir fırlayışla fırlayacaksın ki, savaş alanına kadar birkaç kez yüzüstü yere kapaklanacaksın. Eline ne geçerse, ne bulursan onunla saldıracaksın!”..

İşte
Dünyaya dair olan her şeyin bir sonda bittiğine işarettir bu sözler. Yalanın, riyanın, yanlış sözün hiçbir surette seni kurtaramayacağı, çizginin tam üstünde duruyorsun…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR