Uğur duyan

Uğur duyan

Tarihten Ders Çıkarmak

Tarihten Ders Çıkarmak

Bellek sadece kendini beğenmiş değil; aynı zamanda dikkatsiz ve temel bir uzuv" der Doris Lessing, anılarına giriş yaparken. Resmi tarih yazıcılığı da dünyanın neresine giderseniz gidin -en azından Lessing'in ifade ettiği kadar- dikkatsiz, tembel ve kendi beğenmiştir.

Tarih bizim gibi ülkelerde çoğunlukla "ulusal anlatılar" ile "resmi tarih yazıcılığı" arasında gide gele bir şekil alır. "Alternatif anlatılar" ya da "gayri-resmi tarih yazımı" da daha çok meraklısının okuduğu şeylere dönüşür haliyle. Gayri resmi tarih, çoğunlukla -doğal olarak- resmi söyleme muhalif pozisyonda yer alanların sığındığı liman vazifesini görür. Bizde de yıllarca bu vazifeyi görürdü. Görürdü diyorum: zira bu limanlar, Türkiye'de 80'ler-90'lar dönümünde hemen her yerde gördüğümüz alınır-satılır cinsten bir ürüne dönüştürüldüğü için "kendi tarihini kendin yap" furyasına uyarak oturduğu yerden tarih yazan neoliberal aydınların yatları ile bir girip bir çıktığı marinalara dönüştü.  Bu dönüşümün sonunda geriye "gerçek tarihçiler" ile "popüler/sözde tarihçiler" arasında yapılacak bir seçim kaldı ki, çoğunluk popüler olanı hiç tereddüt etmeden seçti.

Tarihi uzaklarda aramadan daha çok yakın geçmişe odaklanan bir tembellikle onu da kısa süreliğine hatırlayıp sonrasında unutan bir toplumsal hafızadan gelen güvenle yeniden kurgulayan 80'ler/90'lar tipi alternatif/gayri resmi tarih yazıcılığı, en azından resmi tarih yazıcılığı kadar işine geleni hatırlayıp, işine gelmeyeni unutan bir tutum izledi. Ki, bu nedenle de en azından resmi tarih kadar kendini beğenmiş, dikkatsiz ve tembeldi.
Tarihi yeniden yazmaya meraklı neoliberaller tarafından, her şeyin piyasaya göre şekillendirildiği bir dönemde "resmi

tarih" sıkıcı bulundu. 80/90 model alternatif/gayri resmi tarih yazıcılarının hemen hemen hepsi tarihçi değildi. (Popüler/sözde tırnak içi tarihçisiydiler: Ama bu işle uğraştıkları için çağın ruhuna uygun olarak onlar da bir "tarihçi" oluvermişti.)  Resmi tarih, kurucu/cumhuriyet ideolojisi tarafından oluşturulmuştu ki bu, 80/90 model "tarihçiler" için resmi olanın devletlû olan her şeyin sıkıcı olduğunu hatırlatıyordu. Bir de üstünden kırmızılar çize çize 12 Eylül geçince hepten sıkıcı hale gelen resmi tarihin yerini, medya-sermaye entegre tesislerinde üretilen her şey gibi gayri resmi bir tarih almalıydı. 80'ler imajın her şey demek olduğu yıllardı; 90'lar ise her şeyi tüketin, her şeyi alınır-satılır cinsten ürün olarak görün şarkısını söyledi. Ki, resmi tarihin çok sıkıcı olmasını yani satmayan bir ürün olmasını, "onu pazardan çekelim" diyenlerin sesinin yükselmesini sağladı. 
Tarihi "uzaklarda aramam/çünkü sen içimdesin" diyerek yazanlar için öncelik; 1800'lerin sonu 1900'lerin başı oldu. Kemal Tahir'e bile taş çıkartır bir Kurtuluş Savaşı, mütareke yılları ve Cumhuriyet dönemi eleştirisi geldi ki tozu dumana kattı. Toz her şeyin üstünü kapladı. Duman uzunca bir süre dağılmadı. Sapla saman ayırt edilmez hale geldi ki, "imaj her şeydir" diyen 80'ler ruhu ile "her şeyi popülerleştiren" 90'lar ruhu için, sapın da samanın da hiç bir anlamı yoktu. Önemli olan sıkıcı resmi tarihe oranla daha çok "alınır-satılır" bir gayri resmi tarih sunmaktı. 
Bu nedenle de "alternatif/gayri resmi" tarih yazıcılarının için; yazdıkları tarihin her hangi bir teze dayanmasına da gerek yoktu. Temel bir tezden yoksun olması 90'ların sonunda yakıtını tüketen tarih yazıcılarına aynı şarkının "taht kurmuşun kalbime/en derin yerindesin" dizelerini hatırladı. Kısa süre içinde Osmanlı'daki kadın sulatanlar geldi birden akıllarına. Onları anlatan romalar yazıldı, çeviriler yapıldı bir biri ardınca. Bu metinlerde istenilen her şey vardı, yani çok satacak olan her şey: aşk, entrika vd. Muhteşem Yüzyıl ve benzeri dizilerle televizyona da aparılan bu içerikler egemenliklerini uzun süre korudu.

Geriye tarihi resmi olanı da olmayanı da televizyonlardan, internetten, aşk romanlarından öğrenen kuşaklar kaldı. Piyasa için üretilen, geniş kitlelere daha rahat ulaşılması için bin bir çeşit parça ile motifiyle edilen bu "yeni sürüm tarih yazıcılığı" ise, modası/furyası geçince, o zamana kadar destekçisi olan anlı şanlı kalemlerce bile eleştirilen hatta tu kaka edilen bir konu oldu.

"Bugünü anlamak için tarihten ders çıkartmayı bilmek gerek" dedik. Tarihsel arka planı okumadan olayları analiz etmek; farazi bir çabadır. Çoğu kez de komplo teorileri aynı sonu paylaşır: Evdeki hesap çarşıya uymaz ve yanlış hesap Bağdat'tan döner. Bir süreliğine de olsa inanılan çok okunan bol satan bir ürün olur ama sonu hep yalancı çobanla hikâyesi ile aynıdır.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR