
Bitmeyen Mezuniyet
Diplomalar eskiden bir başlangıçtı. Mezuniyet, insanın yeni bir hayata adım attığının simgesiydi. Şimdi ise sadece bir durak. Üstelik küçük, geçici ve çoğu zaman değersiz bir durak. Çünkü artık ne mezun olmak bitiriyor hayatı, ne de o belge bir işe kapı aralıyor. Türkiye’de ve dünyada gençler, bir okuldan çıkıp diğer kursa, bir sertifika programından diğer online eğitime sürükleniyor. Bu, modern dünyanın yeni hayatta kalma stratejisi: öğren, öğren, öğren… ama hiçbir zaman yeterli olmadığını bil.
Günümüzde bireyler, birden çok üniversite diplomasına, onlarca sertifikaya, yabancı dil belgelerine, bilgisayar programlarına dair yetkinlik kağıtlarına sahip olsalar da istedikleri işe giremiyorlar. Çünkü her yeni başvuruda çıta biraz daha yükseliyor. “Bir lisans mezunu olmak yeterli değil, yüksek lisansınız da olmalı. İkinci diliniz varsa harika ama yanında bir de kodlama bilseniz fena olmaz. Proje yönetimi sertifikanız? Linkedin profiliniz aktif mi?” Liste uzayıp gidiyor. Bu durum, özellikle 20’li ve 30’lu yaşlarındaki gençler için ağır bir baskıya dönüşüyor. Bitmeyen eğitim zinciri, bir gelişim yolculuğundan çok bir varoluş savaşına benziyor. “Yeterli miyim?” sorusu, içten içe insanın özgüvenini kemiriyor. Çünkü artık ‘öğrenmenin kendisi’ değil, ‘gösterebildiğin öğrenme’ değerli. Yani sahip oldukların değil, CV’ne yazabildiklerin konuşuyor. Dijital platformların sunduğu sınırsız eğitim imkânı bu döngüyü besliyor. 2 saatlik video eğitimlerden alınan sertifikalarla insan bir an kendini geliştirmiş hissediyor. Ancak iş başvurularında ya da kariyer yolculuklarında bu belgelerin ne kadar karşılığı olduğunu çoğu zaman bilemiyoruz. O yüzden bu belge koleksiyonu bir noktada kâğıt yüküne dönüşüyor. Kimi için moral kaynağı, kimi için tükenmişliğin sembolü oluyor. Aslında ortada ciddi bir sistemsel problem var. Eğitim politikaları, iş gücü planlaması ve istihdam alanları birbiriyle senkronize değil. İş dünyası neye ihtiyaç duyduğunu net olarak ifade etmiyor ya da çok hızlı değişiyor. Üniversiteler hâlâ 1990’ların müfredatlarıyla öğrencileri “dört yıllık” bir kalıba sokmaya çalışıyor. Öğrenciler mezun olduklarında, dünya artık o kalıbın dışına çoktan çıkmış oluyor. İşveren, hazır ve donanımlı eleman istiyor ama o donanımın nasıl ve nerede kazanılacağını sistemin kendisi tarif edemiyor. Bu yüzden gençler, sürekli bir eksiklik hissiyle başka kurslara, başka eğitimlere yöneliyor. “Bir de şu eğitimi alayım, sonra bir şeyler olur belki…” düşüncesi hâkim. Kimileri bu yolda kendini buluyor. Ama çoğunluk için bu, yorucu ve ekonomik anlamda da tüketici bir süreç. Bitmeyen mezuniyet hali, sadece bir eğitim sorunu değil, aynı zamanda bir kimlik bunalımı. Kendimizi artık mesleklerimizle değil, sahip olduğumuz belgelerle tanımlıyoruz. “Ben grafikerim” demek yerine “Grafik tasarım sertifikam var, Adobe kullanabiliyorum, sosyal medya yönetimi eğitimi aldım” diyoruz. Çünkü mesleki kimlik yeterli görünmüyor, belgelenmiş yetkinlik şart görülüyor.
Bu döngü kırılabilir mi? Belki… Ancak önce eğitim sisteminin, iş piyasasının ve toplumsal beklentilerin yeniden yapılandırılması gerekiyor. Öğrenme tutkusu güzel, ama sürekli yarışta kalma zorunluluğu, bireyleri öğrenmekten soğutuyor. Kendi potansiyelini tanıyan, sadece sertifikalara değil gerçek becerilere odaklanan, üretmenin ve gelişmenin ruhunu yakalayan bireyler için mezuniyet artık bir son değil. Ama “asla tamamlanmayan” bir mezuniyet, sadece eksiklik duygusunu çoğaltır.
Hayat uzun bir öğrenme yolculuğuysa, bu yolun yüküyle değil, anlamıyla yürünmeli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.