Alperen Aydın

Alperen Aydın

Liyakat

Liyakat

Devlet mekanizmamızda ehliyet kıstası asırlar boyunca esas teşkil etmiştir. “Ebed-müddet devlet” anlayışının temelinde liyakat bulunmuş ve kurduğumuz devletlerin uzun ömürlü olmasına vesile olmuştur.

Uygurların Göç Destanı’nda geçen şu cümle fikrimizi destekler mahiyettedir. “Bögü Tigin güzellik, zekâ ve ehliyetçe ötekilerden üstün olduğu için onu ittifakla kağan seçtiler.” Burada da anlaşılacağı üzere ehliyetin belirleyici bir etkiye sahip olduğu ve ölçü olarak kabul edildiği görülmektedir.

İslamiyet’i kabul edişimizden sonra da liyakat unsuru devlet yapılanmamızda asıl kıstas olarak değerlendirilmiştir. Devletimizin uzun soluklu olmasında, milletimizin devletle bütün oluşturmasında ve medeniyetlerimizde bu ilke her zaman etkin rol oynamıştır. Bu husus sadece bizler tarafından görülüp övülmemiştir. Sistemimizi işler düzene sokan, çarkı dengeli bir şekilde çeviren liyakatimiz pek çok yabancının da dikkatini çekmiştir.

Liyakat unsuruna değer vermemiz pek çok yabancının dikkatini çektiği gibi Kanuni Sultan Süleyman devrinde İstanbul’da elçilik yapan Ogier Busbecq’e de şunları yazdırmıştı:

“…Bu öyle bir sistem ki görevlere yalnız ehillerin gelmesini mümkün kılıyor. En yüksek mevkilere getirilenlerden birçoğu halk çocukları veya çobanların oğulları… Zira yüksek vasıfların tabiatta veya ırsıyette bulunmadığı, babadan oğula, kuşaktan kuşağa devredilmeyeceği kanaatindedirler. Türklerin inandığına göre bu vasıflar kısmen Allah’ın bir lütfu, kısmen de iyi yetiştirilmenin, çalışkanlığın ve yorulmak bilmez bir şevkin eseridir. Bu sebeple Türkler arasında şan, şeref, yüksek mevkiler ve hâkimlikler büyük kabiliyetlerin ve çok çalışmanın mükâfatıdır…”

“Türkiye’de şahsi meziyet ve kabiliyetten başka hiçbir şeye kıymet verilmez. Nesep ve irsiyet bir şey ifade etmez. Herkes liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre bir mevkiye tayin edilir. Ahlaksız, bilgisiz ve tembeller hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların muvaffakiyeti ve bütün dünyaya hâkim bir ırk olmalarının hikmeti budur. Türklerin en büyük düşmanı iltimastır.”

Bir yabancının dilinden bu sözlere mazhar olmak bizim için elbette övünçtür. Çağımıza kadar liyakat asıl olduğundan dolayı devlet düzenimizde ikilik yoktu, birlik vardı. Köylü, şehirli; yoksul, zengin vs. için iktidar yolları açık bulunduğundan iktidar bütün milleti bütünleştirebiliyordu. Kıyası yapıldığında şimdi bile hiçbir devlet bu denli birliği sağlayamamıştır.

Daha önce liyakati yapı taşı görerek temele koyan bir millet olarak bugün neden ilkesiz, ehliyetsiz hatta acımasız olabiliyoruz?

Neden bu kadar acımasız oluyoruz da hak, liyakat, ehliyet, kabiliyet gibi ölçütler var iken parayla, iltimasla, nepotizmle bir yerlere gelebilme çabasına giriyoruz?

Neden bir makama gelebilmenin yolu dayı denilen kişilerin aracılığında gerçekleşiyor?

Toplum olarak bunun zararını daha ne kadar göreceğiz, bu duruma daha ne kadar katlanacağız?

Bütün çalkantıların, bunalımların, tahammülsüzlüklerin temel sebeplerinden birisi de bu durumdur.

İnsanlar hak ettiğini, beklediğini göremeyince kolay bir şekilde isyan edebilir duruma geliyor.

Bu durumda kimsenin kapısını çalacak bir yeri kalmıyor.

Daha nereye kadar bu şekilde devam edilebilir?

“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür. (Nisâ Suresi – 58. ayet)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR