Zeynep OKUMUŞ

Zeynep OKUMUŞ

“Münzevi”

“Münzevi”

Seviyorum.

Akşamları eve dönerken sokağın sahibi olmayı, hazan günü yağan yağmurun son durağı olmayı, kaybolacağımı bile bile bilmediğim sokaklarda avare gibi dolaşmayı, mahperi bir yüze uzun uzun ve sessizce bakıp durmayı seviyorum.

Bazen saatlerce oturup seyretmeyi etrafı, bazen gökyüzünde başımın üstünden geçen kuşları saymayı, güvercinler yürürken kafalarını öne attıklarını fark ettiğim anları seviyorum. Sadece susup izleyesim geliyor hayatı. Bir tiyatro oyununda repliği bile olmayan bir figüran olmak gibi bu. Fakat öyle içine kapanıp buhranlara düşmek gibi değil, aksine öyle güzel ki. Sanki dünya gözlerimin önünde güneşle dans ediyor 365 gün. Ben de yapacak hiçbir şeyim yokmuş gibi sadece susup izliyorum.

Evvel bahar sabahları sıcaktır diye dışarıya montsuz çıkıp donarak eve dönmeyi de, sadece yemek verince sırnaşan o sokak kedisini de, resim yaparken tuvalin üzerine düşen ağzı açık boya şişesini de seviyorum. En sevdiğim rengin yeşil olmasına rağmen bazen simsiyah giyinebilmeyi, odamın duvarlarını yer kalmayıncaya kadar resimlerle doldurabilmeyi, kitaplardan ve tarihten bahsedilince sohbete dahil olabilecek kadar bilgiye sahip olabilmeyi ve hatta farklı bir zamanda doğmuş olmayı dilediğim zamanları bile seviyorum.

Çoğu zaman güzel bütün bunlar fakat gizliden gizliye ruhuma işliyor. Onları sevmek, ok atarken çilenin koluma sertçe çarpması gibi aslında. Önce morarıyor, acı yok. Sonra sonra geliyor ne kadar acıttığı. Fakat ben bu acıyı da tıpkı dolma kalemimin pers mavisi mürekkebini sevdiğim gibi seviyorum. Çünkü bana sevmenin buna değeceğini hatırlatıyor.

Ve ben İstanbul denilince aklıma erguvan çiçeklerinin gelmesini, biri ya da bir şey ile karşılaşınca onlar “şans” derken “hasbelkader” diyebilmeyi, var olmayan diyarlarda var olmayan insanlara aşık olabilmeyi, bir köşede sessizce kitabını okuyan ve çok konuşmayan o kız olarak kalabilmeyi seviyorum.

Öğrendiğim her şeyi her daim yanımda taşıdığım küçük defterlere not almayı, ve onları kimse ile değil, yalnızca bir yerlerde bu yazıları okuyanlarla paylaşmayı ve herkesten bir şeyler öğrenilebileceğini bilmeyi hiçbir şeyi sevmediğim kadar çok seviyorum. Hani düşecek gibi olduğumuzda, zaman altımızdaki rengarenk boyanmış siyah püsküllü halıyı bir hışımla çekerken yani; tutunacak birinin olmayışını bile seviyorum. Çünkü halıya ayak uydurup ona tutunmayı ve zamanın peşinden evrenin ardında kaybolmayı ancak böyle öğrenebilir insan.

Yeknesak olsa da hayat, onu avucumun içine alıp sayfalara karıştırmayı, gökkuşağının da bir sonu olduğunu düşleyip sonsuzluğun yeryüzüne hiç de yakışmadığını düşünmeyi, sevgilisini aramak için diyar diyar dolaşan o badeli aşığın aşkı müşfik bir kuş cıvıltısında neden bulamadığını anlayamamayı seviyorum.

Ve evet, bütün bunları bir insanoğlunu sevdiğimden çok daha fazla seviyorum. Aynaya bakınca gördüğüm yüzün ardında, acısı ateş olan insanı bulmaktansa bütün bedenimi morartan çileye boyun eğmeyi yeğliyorum. Kendi kendini öldürüp ruhunun da üstüne toprak atan insanoğlu, kendisi sevmiyorken kendisini… ben nasıl severim onu? Oysa ben karşılıksız sevebildiğim her şeyi çok seviyorum.

Memnun oldum , benim adım Münzevi… peki ya sen en çok neleri seviyorsun?

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR