
Okumadan Kaybolan Kuşak
Bir toplumun geleceği, gençlerinin hayallerinde, düşüncelerinde ve kaleminde saklıdır. Ne var ki bugün elimizde büyüyen nesil, ekran ışıklarının gölgesinde kalıyor. Okumak yerine kaydırmayı, düşünmek yerine tüketmeyi, sorgulamak yerine hazır bilgiye teslim olmayı öğreniyor.
Kitap sayfalarının kokusunu bilmeyen, kelimelerin büyüsünü keşfetmeyen, cümlelerin ufuk açan yolculuğuna çıkmayan bir kuşağın elinden kalemi, gözünden merakı, dilinden düşünceyi yavaş yavaş alıyoruz. İşte bu yüzden “okumadan kaybolan kuşak” ifadesi, yalnızca bir uyarı değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz gerçeğin acı bir tasviridir.
Bir zamanlar evlerde küçük de olsa bir kitaplık olurdu. Çocuk, anne babasının kitap okurken geçirdiği zamanı görür, kendiliğinden merak ederdi. Gazeteler sabahın erken saatlerinde kapıya bırakılır, akşam haberleri televizyonla değil, yazılı satırlarla takip edilirdi. Bugün ise çoğu evde kitap rafları süs eşyasından öteye geçmiyor. Çocukların ellerinde kitap değil, tablet; gözlerinde satırlar değil, ekran parıltıları var. Zamanla bu alışkanlık, sadece bireylerin değil, toplumun da düşünce dünyasını fakirleştiriyor. Çünkü okumayan bir nesil, düş kurmayan, sorgulamayan, kendi cümlelerini kuramayan bir nesil haline geliyor.
Okumak yalnızca bilgi edinmek değildir. Okumak, insanın zihnini disipline eder, hayal dünyasını genişletir, empati kurma becerisini güçlendirir. Bir romanın karakterinde kendini bulur, bir denemenin satırlarında kendi sorularını ararsın. Tarih kitaplarında geçmişin izlerini sürerken, bir şiirin dizelerinde geleceğe dair umutlar yeşerir. Ama bugün, bu derinlik yerini yüzeyselliğe bırakıyor. Çoğu genç, birkaç saniyelik videolarla eğleniyor, birkaç satırlık sosyal medya gönderileriyle bilgi edindiğini sanıyor. Oysa hakikat, sabır isteyen cümlelerde, vakit ayırmayı gerektiren kitaplarda gizli. Bu kayboluşun sonuçlarını şimdiden görüyoruz.
Dilin zenginliği daralıyor, kelime hazinesi küçülüyor, ifade gücü azalıyor. İnsanlar derdini anlatmakta, duygularını dile getirmekte zorlanıyor. Bir toplumun kültürel mirası, edebiyatı, şiiri, düşünce geleneği; okumadan büyüyen nesillerin ellerinde giderek silikleşiyor. Okumayan bir gençlik, kolay yönlendirilen, çabuk tüketen ve sorgulamayan bir kitleye dönüşüyor. Bu da yalnızca bireyler için değil, bir milletin geleceği için büyük bir tehlike. Peki ne yapmalı? Öncelikle okumayı bir görev, bir mecburiyet değil; bir ihtiyaç, bir alışkanlık, hatta bir zevk haline getirmeliyiz.
Çocuklara kitap okumayı değil, kitapla yaşamayı öğretmeliyiz. Okul sıralarında verilen ödevlerin ötesinde, evlerin içinde örnek olmalıyız. Çünkü çocuk, gördüğünü öğrenir. Kitapla büyüyen çocuk, düşünceyle de büyür. Kütüphaneleri, sadece tozlu raflardan ibaret mekânlar değil, yaşamın kalbi haline getirmeliyiz. Kitap fuarları, edebiyat etkinlikleri, yazar buluşmaları gençlere daha çok ulaştırılmalı.
Unutulmamalı ki okumayan bir kuşak, aslında kaybolan bir kuşaktır. Çünkü okumayan, hayal etmeyi unutuyor; hayal etmeyen, üretmeyi bırakıyor; üretmeyen ise geleceğini kaybediyor. Bu zincir, sessizce ama hızla toplumun her alanına yayılıyor. Eğer bugünden adım atmazsak yarının gençleri, kelimelerden yoksun, cümle kuramayan, düşünemeyen bir nesil olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.