İbrahim Ethem Ünal

İbrahim Ethem Ünal

Dilimize sahip çıkalım!

Dilimize sahip çıkalım!

Değerli okurlar, öncelikle haberlerim ve köşe yazılarımla bundan sonra Habervaktim Gazetesi’nde sizlerle birlikte olacağım. Gazetedeki ilk köşe yazımda dilimize ve değerlerimize ne kadar sahip çıkıyoruz. Konusu üzerine kaleme aldım.
Hepimizin bildiği gibi bir millet, millet yapan en önemli değerin başında dil gelir. Bu günlerde ihtiyaç duyduğumuz birlik ve beraberliğimiz için toplumu  bir arada tutan ortak değerlerin en başında gelen dilimize sahip çıkmalıyız. Aslında sürekli çevremizde duyduğumuz Türkçe nereye gidiyor. Dilimize sahip çıkmıyoruz. Son dönemde yabancı dilden birçok kelime ağzımıza sakız oldu gibi lafları sıklıkla işitir olduk. Bu yazıyı kaleme almamdaki olayın perde arkasını merak ediyorsunuzdur. Aslında sizin de sürekli dikkatini çeken bir durum. Bir gün sokakta geziyordum. Dükkan tabelalarına, ilanlara sürekli bakarım. Tabelaların ve ilanların amacı tabi ki dikkat çekmektir. Ama ne yazık ki dikkat çekelim derken dilimizi bir kenara bırakmışız. Özellikle İngilizce ağırlıklı tabelalara sokaklarımızı teslim etmişiz. Bu tabelalar turistik bölgelerde olsa anlayış gösteririm ama artık her sokakta sıklıkla olduğu için dilimiz ve kültürümüz adına endişe verici. Diye bilirsiniz ya arkadaş seninki de iş mi tabelalarda İngilizce yazıyorsa ne olmuş. Arkadaşlar mesele o kadar basit değil. Zamanla tabelalardaki kelimeler dilimize öyle yerleşiyor ki artık o kelimeyi kullanıyoruz. 
ATASÖZLERİ, DEYİMLER YETİM KALDI
Sadece tabelalarla ilgili bir sıkıntı değil 4 tarafımızdan kuşatılmışız. Televizyonda, dizilerde ve sosyal medyada sıkça kullanılan kulağımıza hoş gelen yabancı kelimeler dilimize zarar veriyor. Artık toplumumuzda bir dilin zenginliğini ve tarihi altyapısını gösteren atasözleri ve deyimler yetim kaldı. Dilimizin zenginliğini ve devamlılığını sağlama için sıklıkla deyimlerimizi, atasözlerini kullanmalıyız ve çocuklarına anlamlarını açıklamalıyız. Kuşaktan kuşağa aktarımını sağlamalıyız. 
Dilimizin zenginliğini göstermek adına "Devlet-i Aliyye" Osmalı’dan günümüze kadar ulaşan ve günlük hayatımızda sıklıkla kullanılan deyimlerimizden biri olan “pabucu dama atılmak” deyiminin hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Osmanlı devrinde esnaf teşkilatı, ahilik geleneğinin uzantısı olarak belli bir nizam içerisinde ve fevkalede sağlıklı işlemiştir. Her esnaf teşekkülünün bir kethüdası bulunur ve kethüda o meslek dalının inceliklerini, kanunlarını, yönetim biçimini iyi bilir, esnafın çalışma düzeni ve dürüstlüğünü denetlermiş. Esnaf ile kethüda arasında yiğitbaşı denilen, bilirkişi konumunda bir esnaf temsilcisi bulunur, sanatında hile yapanlar olursa yiğitbaşı tarafından tespit edilerek kethüdaya bildirilir ve gerekli ceza işlemleri başlatılırmış. Bu, bir nevi şimdiki TSE kontrollüğü demektir.
Herkesin meslek ahlakı ilkeleriyle çalıştığı o dönemlerde bir zanaatkarın yaptığı işte ihmal veya hileye sapması nadir görülen hadiselerdenmiş. Çabucak bozulan, yırtılan veya çürüyen mallarda bir hile aranır, bulunursa kethüdaya şikayetle ilgilisinin cezalandırılması istenirmiş.
Takdir edilir ki ayakkabı imalatı bu tür şikayetlere açık bir meslektir. Kısa sürede eskiyen ayakkabının kullanım hatası mı, yoksa üretim hatası mı olduğu sık sık tartışma ve şikayet konusu edilmeye başladığı devirlerde, çürük çarık yapılan, çabuk sökülen yahut delinen ayakkabılar dolayısıyla kethüda sık sık çarıkçılar yiğitbaşısını çağırıp tahkikat yaptırır olmuş. Eğer bir imalat hilesi söz konusu ise ilgili usta çağrılır, esnafın ileri gelenleri, yiğitbaşı ve diğer meslek temsilcileri huzurunda kethüda tarafından tekdir edilir, aldığı ücretin müşteriye iadesi sağlanır, dava konusu olan ayakkabı da kullanılmamak için dama atılırmış.

Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması o usta için en büyük ayıp olup meslekteki şeref ve itibarını sıfırlar ve müşterisinin azalmasına yol açarmış. Bu uygulama bütün esnaf teşkilatı için bir genelleme niteliğinde olup birisi hakkında “pabucu dama atıldı” denilmesi artık o meslekten ekmek yemesinin zor olduğuna işaret sayılır, esnafın bu titizlik ile iş görmesi temin edilirmiş.
Bu uygulamanın Ahi Evran’dan kalma olduğu, daha o zamanlarda da hatalı malzeme üreten zanaatkarın, ahi şeyhi tarafından meclisten çıkarılıp pabucunun tekke damına atıldığı ve evine yalın ayak gönderildiğine dair rivayetler de vardır.
Osmanlı döneminde, değerden düşen, saygınlığını yitiren kişiler için kullanılan “pabucu dama atılmak” deyimi, günümüzde, kendinden üstün veya daha çok değer verilen birinin gelmesi ile gözden düşmek, itibarı kalmamak veya herhangi bir konuda geçilmek, aşılmak anlamlarında da kullanılmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, dili geliştirerek muhafaza etmek; millet olarak geleceği de güvence altına almak demektir.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR