
Konuşmak Var, Anlamak Yok
İletişim çağının tam ortasında, herkesin sesi var ama çok az kişi gerçekten duyuluyor. Herkes bir şey anlatma derdinde. Düşünceler, duygular, yorumlar, eleştiriler havada uçuşuyor. Herkes konuşuyor. Kimse durup dinlemiyor. Herkes haklı olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Kimse karşısındakini anlamaya yanaşmıyor.
Konuşmak bir beceri değil, içgüdüsel bir ihtiyaç haline geldi. İnsanlar dinlenmeden anlaşılacaklarını zannediyor. Sosyal medya, bu yeni iletişim biçiminin en çarpıcı yüzü haline geldi. Cümleler artık karşılıklı kurulmak yerine, takipçilere ya da izleyicilere hitap eden monologlara dönüştü. Herkesin anlatacak bir şeyi var.
Ama kimsenin içten bir şekilde dinleyecek sabrı kalmadı. Bu ortamda anlayış yerini yargıya, empati yerini etiketlemeye bıraktı. Farklı düşünceler, farklı hayat tarzları ve hatta farklı kelimeler bile kolayca hedefe dönüşebiliyor. İnsanlar, birinin ne söylediğine değil, nasıl söylediğine odaklanıyor. Cümleler anlamından kopartılıp başlıklara indirgeniyor.
Duygular, hızla tüketilen içerikler gibi anlık geçiyor. Geriye, yüzeysel temaslar ve derin yalnızlıklar kalıyor. İlişkilerde de durum farklı değil. Arkadaşlık, aile, iş ortamı ya da romantik bağlar artık daha kırılgan. Dinlenmediğini hisseden birey içe kapanıyor. Herkesin birbirini “anlattığı” ama kimsenin birbirini “anlamaya” çalışmadığı bir düzende bağ kurmak zorlaşıyor. Karşılıklı konuşmalar, aslında iki kişinin aynı anda kendi iç dünyasını ifade etmeye çalıştığı paralel monologlara dönüşüyor. İnsanlar birbirlerinin cümlelerini tamamlamaya, yarıda kesmeye, kendi fikirlerini kabul ettirmeye odaklanıyor.
Anlamaya çalışmak, yerini ikna etmeye bırakıyor. Dinlemek, zaman kaybı gibi algılanıyor. Karşıdakini dinlemeden cevap hazırlamak, empati yerine tartışma kültürünü besliyor. Böyle bir iletişimde güven yer bulamıyor. Samimiyet azalıyor. Anlam kayboluyor. Anlamak, sadece kelimeleri duymak değil, o kelimelerin ardındaki duyguyu görebilmek anlamına gelir. Bunun için yavaşlamak gerekir. Dinlemek, sabır ve dikkat ister. Anlatılan şeyin içerdiği duyguya temas edebilmek, gerçek bir bağ kurmanın ilk adımıdır. Anlamak için acele edilmez.
Anlamak, karşıdakine hak vermek değil, onun dünyasına bir anlık da olsa girebilmektir. Toplumsal ilişkiler de bu hızlı, yüzeysel iletişim biçiminden etkileniyor. Tartışmalar, fikir alışverişinden çok cepheleşmeye dönüşüyor. Farklılıklar tehdit gibi algılanıyor. Oysa gerçek gelişim, ancak farklı fikirlerin karşılıklı anlayışla konuşulabildiği ortamlarda mümkün olur. Tek bir bakış açısıyla inşa edilen dünya, kırılgan ve dar bir yapıya dönüşür.
Çocuklar, bu hızlı ve kesintisiz konuşma çağında büyürken, dinlenmediklerini hissederek içlerine kapanıyor. Gençler, kendilerini ifade etmeye çalıştıkça anlaşılmadıkları duygusuyla yalnızlaşıyor. Yetişkinler ise birbirlerine tahammül etmek yerine, uzaklaşmayı tercih ediyor. Kalabalıklar içinde konuşmalar çoğalırken, gerçek anlamlar giderek silikleşiyor.
İletişim, sadece konuşmakla değil, anlamaya gönüllü olmakla güçlenir. Bir kişinin söylediklerini sonuna kadar dinleyebilmek, onun hayatına gösterilen saygıdır. İnsan, anlaşıldığı yerde değerli hisseder. Anlaşıldığı yerde güvende olur. O yüzden konuşmak kadar anlamak da önemlidir. Belki de ondan daha değerlidir. Gerçek bağlar, yüksek sesle değil, derin dinleyişle kurulur. Kalıcı ilişkiler, anlamak için gösterilen sabırla gelişir. Yüzlerce kelime yerine bir bakışta anlaşılabilen bağlar, ancak anlayışla büyür. Kalpten kalbe giden yol, kelimelerden çok niyetlerle örülür. Bu yol da ancak dinlemeyi bilenlerin yürüyebildiği bir yoldur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.