Zeynep OKUMUŞ

Zeynep OKUMUŞ

Öğretmenin Sustukları

Öğretmenin Sustukları

Siz sebep oldunuz yıkılışıma. Sizin hiçbir şey yapmayıp çok şey yapışınız gömdü beni. Kaybolan örüme kaybolmuş yıllarımı gömüp kayboluşuma bütün çabalarımı boğazlayıp asışınız, ömrüm için döktüğüm alın terlerini göz yaşlarımda parmaklıklar ardına tıkışınız, hayallerimi prangalarla ölüme terk edişiniz, bedenimi bu iğrenç belirsizliğin ortasına atıp ruhumu izlemeye mahkum edinişiniz zulüm değil de nedir? Siz zalim değilsiniz de nesiniz?

Ben bu gezegene, mazlum durumuna düşmek için yıllarımı vermedim. Ben bu varoluşçu felsefede kaybolmak istemedim. Ben, bile isteye amaçsız bir toplumda yok olmaya, toz tutmaya göz yumup dev bir acı zincirinin her biri birbirinin aynısı olan zincir parçalarından biri olma yoluna girmedim. Beni bu yola bileklerimi kanatan kelepçelerinizle siz sürüklediniz. Siz zalim değilsiniz de nesiniz? Bu zulüm değildir de nedir?

Sokrates’e zehir içirten adaletiniz yüzyıllar sonra reenkarne olup geri gelmiş adeta. Siz zaten anca Anytos olurdunuz fakat ben Sokrates değildim, benim Platon’larım yoktu. Sorgulanmayan hayatı yaşamaya değer bulmadığım için miydi hayatımı değersizleşmeye mahkum edişiniz? M.Ö. 399’da da değildik halbuki!

Bu coğrafyalarda bir kara ölümdür gidiyor. Ölmeyenleri ise hapsediyorsunuz. Veba bu kadar acı veriyor mudur bilmem, ama siz de ruhunuzun yavaş yavaş çürümesi nasıldır bilmiyorsunuz. Ben bu ağrıyı sadece distopyalarda anlatabilirken ve bunun alışılmış birer mizah görüntüsüne bürünüşünü seyrederken siz, kendi içinizdeki soğuk savaşlarınızı benim hayallerimi yakarak ısıtıyordunuz. Siz zalim değilsiniz de nesiniz? Bu zulüm değildir de nedir?

Çiçekler istedim sizden, çiçekler! Ellerime barkot okuyucular, ellerime alışveriş poşetleri, ellerime silahlar, ellerime kan kokusu, ellerime iddianameler, ellerime ayakkabı boyası, ellerime temizlik bezleri verdiniz! Oysa çiçekler istedim, çiçek mi yoktu ki vermediniz? Çiçek doluydu ya dünya, solsunlar diye ellerinizle güneşe teslim ettiniz. Çiçekler istedim sizden çiçekler! Kalplerine yoldaş olayım, ışıl ışıl baksınlar gözlerime istedim. Ben bir gelecek verecektim onlara; onların da benim de geleceğimi çalıp omuzlarıma yüklediniz.

Daha küçüktü benim çiçeklerim, küçücüktü sizin karanlığınızda kaybolurken. Daha oyun oynayacak, aşık olacak, dünyaya masmavi düşlerle bakacak yaştaydı. Afifa da öğretmen olmak istiyordu siz hayallerine sur çekmeden önce, Farahnaz doktor olacaktı önlüğünü bağrından siz kopardınız. Murat’a fizik okutup parfümeriye sokan da sizsiniz, küçük Nikita’ya okul bahçesinde ölüm korkusunu yaşatan da. Dünya’nın her yerinde aynısınız. Aynı iğrençlikle parlıyor suratlarınız. Daha düşünce dizleri kanayacak yaştaydı çiçeklerim, yürekleri kanamamalıydı. Oluk oluk kanadı hepsi, acımadınız. Siz zalim değilsiniz de nesiniz? Bu zulüm değildir de nedir?

Kadrolu, sözleşmeli, ücretli öğretmen… yetmedi. Mesleğimle dalga geçermiş gibi sınava tabi tuttunuz. Statü farkı öğretmenler arasındaki ilişkiyi bozdu. Sisteminiz mesleğimi, meslek etiğini, ahlakını ezdi. “Her öğretmenlik okuyan atanacak diye bir şey yok” dediniz, “Öğretmenler de rahata alıştı” dediniz; sustum, sustum, sustum. Sınavı geçip mülakatı geçemedim -benim dayılarım, amcalarım yoktu- atanamayan, başarısız öğretmen sıfatını öyle güzel yakıştırdınız ki, yine sustum. Sözleşmeli bir arkadaşım geçen gün “çok korkuyorum öğrencilerimi yarı yolda bırakmaktan, beni yapmak istemediğim şeyin içine sokuyorlar, ne yapacağım” dedi. Keşke sonunda şu cümleyi ögelerine ayır deseydi. O zaman cevap verirdim. Yine, yine, yine sustum.

Bina molozlarının yanında, bir çocuk boyu kadar kara tahtalarda ders anlatılırken 21. yüzyılda, kadın olduğu için okuma hakkı elinden alınırken kimilerinin, daha özgür bir dünya için ölürken bazıları, özgürce hapsedilirken eli kalem tutanlar, adeta dalga geçilirken zekamızla, herkesleşen benliğimle herkes gibi bir kez daha sustum. Susmak istediğim için değil, herkes sustuğu için bu sefer.

Ve bir tek gökyüzümüz kalmıştı başımızın üstünde. Ne çiçekler ne kalemler ne defterler vardı elimizde. Onu da aldınız. Özgürlüğünü kafese attınız engin maviliğimin, ağladı; yağdı üzerinize aldırmadınız. Oysa ben susmaya alışmak istemedim. Bir tek gökyüzümüz kalmıştı! Sustum. Artık susmak istiyordum çünkü.

- Bir öğretmenin ağzından susulan her şeye dair…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR