Vahit Aldı

Vahit Aldı

Türkçemiz yozlaşmış...

Türkçemiz yozlaşmış...

Bu serinin önceki yazılarında vurguladığım bir noktaya kısaca değinmek istiyorum. Karşılıklı kültür alışverişinin esas olduğunu ve bu karşılıklı alışverişte kültür ve dil alışverişinin gerçekleştiğini belirtmiştik. Elbette bu sözlü alışverişin tehlikeli bir boyuta ulaştığında 'ulusal dile yabancılaşma' ve 'kültür emperyalizmi'ne yol açabileceğini belirtmiştik. Şimdi, iki yazı dizisinde değinmek istediğim noktayı açıklamak istiyorum. "Güzel dilini özleştirmek için onu yok etmek isteyenlerin eline bırakarak kendi dilini her bakımdan heba eden tek ülke Türkiye'dir".

Bu sözler merhum Nihad Sami Banarul'a ait. Türkiye'de dil çalışmalarının bir çıkmaza girdiği uzun zamandır bilinen bir gerçek. Bir halkın benliğinin, milli kültürünün ve milli tarihinin can damarı ve aynı zamanda ortak ürünü olan dil, ülkemizde kimi zaman siyasi, kimi zaman da politik oyunlar için kullanılmış ve istismar edilmiştir. Bu faaliyetler sırasında dil, çıkar ve cehaletin kurbanı olmuş ve olmaya devam etmekte, daha bilinçli ve açık bir şekilde unutturulmak ve yok edilmek istenmektedir.

Bunun nasıl gerçekleştiğini kısaca açıklayayım. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, dildeki bu bozulma ve yabancı kelimelerin aşırı kullanımından ortaya çıkan 'Yeni Lisan' akımı, 'milli edebiyatın milli dilde üretilebileceği' fikrini ortaya atmış ve Türk dilinin sadeleştirilmesi ilkesini yerleştirmiştir. Bu, bir önceki makalede açıklanmıştı, ancak basit bir ifadeyle, 'millileştirilmiş' yabancı kelimelere dokunmamak ve diğer yabancı kelimeleri ortadan kaldırmaktı. Aynı zamanda, konuşma ve yazı dilleri arasındaki fark, aydınlar ve halk arasında bir kopukluk yaratmış ve devlet ile halk arasındaki iletişimi zorlaştırmıştır.

Yazı ve konuşma dilleri arasındaki bu sorunu çözme çabaları cumhuriyet döneminde başlamış ve hız kazanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk dilinden yabancı sözcükleri, değiştirgeçleri, edatları ve birleşik sözcükleri çıkararak konuşma ve yazı dillerini olabildiğince yakınlaştırma ve bilim, teknoloji, fen, edebiyat, felsefe, sanat ve spor alanlarından terim ve kavramların ifade edilmesine olanak sağlama hedefi büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Ancak Atatürk'ün ölümünden sonra sadeleşme sınırlandırılmamış, dilin yapısına ve fonetiğine uygunluğuna dikkat edilmeden yeni kelimeler türetilmiş, dil sorunu bir milli kültür meselesi olarak ele alınmadan Türkçe şekil, anlam ve kavramlar açısından uygunsuz ve yanlış birçok kelime üretilmiştir, Siyasi, politik ve ideolojik olaylar öncelik kazandı ve sadeleşme hızla tasfiyenin yerini aldı.

Türkçemizin yoksullaşmasının iki nedeni vardır. Birincisi, az önce sözünü ettiğim sadeleşmeden başlayarak, dilimizdeki millileşmiş kelimeleri bile sadeleşmenin, basitleşmenin ve yabancı dillerin boyunduruğundan sözde kurtarmak için dil dışına atan bir yozlaşma, yoksullaşma ve tasfiyecilik süregelmiştir. İşin acı tarafı, bunu yaparken de kendilerine devlet desteği veriliyor, imkânlar sağlanıyor, örgütler kuruluyor. İkincisi, bunu yaparken teknolojik gelişmelere ayak uyduramamışlar ve yabancı diller dilimize girmiş ya da girmektedir. Sonuç olarak, atalarımızın yüzyıllar boyunca at sırtında diyar diyar dolaşarak, savaş ve fetihler yaparak, devletler kurup yıkarak, başka diyarlardan ve başka dillerden kültürler ve kelimeler toplayarak oluşturdukları renkli ve canlı Türkçemiz yozlaşmış ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

Tarih boyunca düşmanlarımız hiç azalmadı ve her zaman var oldular. Bugün de düşmanlarımız bizi biz yapan üç büyük hazineden mahrum bırakmaya çalışıyorlar". Nihad Sami Banarul, Türk Dilinin Sırları adlı kitabında bu üç hazineyi 'üç tılsım' olarak tanımlıyor ve şöyle açıklıyor:

1. Halkı bir bütün haline getiren tek ve güzel dilimiz.

2. Türk milletini bin yıldan beri dünyanın en ahlaklı, en medeni ve en büyük milleti yapan Türk Müslümanlığı.

3. Milli tarih ve ecdat sevgisi Türk çocukları için her zaman büyük bir onur ve güven kaynağı olmuştur. Ve gördük ki dil, bir halkın kimliğini, tarihini, kültürünü oluşturur ve ortak emanetidir. Onu korumak hepimizin öncelikli ve asli görevi ve hedefi olmalıdır. Bunun için de bu üç maddeye sahip çıkılmasını sağlamalıyız. O gün geldiğinde İslam'ın sancaktarlığı bize teslim edilecektir. Çünkü Türkiye'nin ve İslam dünyasının son umudu bu ülke ve vatanımızdır. Barış sizinle olsun. .... .

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR