
Duyguların Ekonomisi
Artık hiçbir şey sadece hissetmek için yaşanmıyor. Bir haber, bir fotoğraf, bir video… Hepsi bir şekilde tüketiliyor, ölçülüyor, değerlendiriliyor. Sevincimiz bile pazarlanabilir hale geldi; üzüntümüz bile algoritmaların verisine dönüştü.
Duygular birer ticaret aracına dönüşmüş durumda. Reklamlar, diziler, sosyal medya paylaşımları ve haberler, hepsi aynı şeyi yapıyor: insan kalbini bir ürün gibi satmak veya ölçmek. Eskiden biri acısını anlattığında paylaşılırdı; şimdi o acı, tıklanma sayısına, etkileşim oranına ve reyting rakamlarına dönüştürülüyor. Bir annenin çığlığı ekranlarda “haber” olurken, bir çocuğun sevinci sosyal medya akışlarında saniyeler içinde tüketiliyor. Birbirimizin duygularını görmek yerine, onları hızlıca ölçüp tüketir olduk. Bu sistemde artık gerçek hislerin değeri ölçülüyor; duygularımız enflasyona uğramış bir para birimi gibi her gün değer kaybediyor.
Sevgi bile artık algoritmalara göre şekilleniyor. Ne kadar “beğeni” aldıysan, o kadar değerli sayılıyorsun. Ne kadar “üzüldün” gösterirsen, o kadar etkileşim yaratıyorsun. Oysa duygular ölçülüp biçilen bir metrik değil; yaşanması, paylaşılması, hissedilmesi gereken şeylerdir. Fakat çağımızda kalıcı hisler ve kalıcı bağlar yerine kısa süreli öfke, geçici mutluluk ve anlık heyecanlar öne çıkıyor. Çünkü kalıcı olan, yani gerçek, satılmıyor. Duyguların bu kadar kolay tüketildiği bir çağda insanın iç dünyası fakirleşiyor. Kimse artık sabırla dinlemiyor, herkes hızlıca hissedip geçmek istiyor.
Bir haberin verdiği acıyı bir gün hissediyor, ertesi gün başka bir görüntüye geçiyor. Bu hızlı tüketim, insan ruhunu hem yorgun hem de duyarsız hâle getiriyor. Vicdan artık bir gelir kaynağı değil; duygu artık bir pazarlama aracına dönüşmüş durumda. Bazı acılar manşetlerde öne çıkarılırken, bazıları hiç duyulmuyor. Birinin çaresizliği “içerik” olurken, birinin sessizliği görmezden geliniyor. Duygular artık sınıfsal bir hâl aldı; bazıları daha fazla tıklanıyor, bazıları hiç fark edilmiyor. Böyle bir düzende, biz farkında olmadan başkalarının acılarını tüketerek var oluyoruz.
Oysa duygular paylaşılmak içindi, pazarlanmak için değil. Sevgi, üzüntü, sevinç, korku ve umut… Bunlar insanın en değerli hazineleriydi. Şimdi bu hazineler “ekonomi”ye, “algoritma”ya ve “tıklanma”ya feda ediliyor. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken şey basit ama derin bir gerçek: hissetmek, bir ekonominin değil, insanlığın parçasıdır. Gerçek insanlık, sayılara ve reytinglere değil; hissedilenlere, paylaşılanlara ve yaşananlara değer verir. Başkalarının duygularını tüketmek yerine, onları anlamak, paylaşmak ve yaşatmak gerekir. Çünkü bir insanın kalbi, hiçbir algoritma veya ekonomi hesabıyla ölçülemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.