MUSTAFA BURAK DOĞAN

MUSTAFA BURAK DOĞAN

Fatih'in nesli olabilmek

Fatih'in nesli olabilmek

30 Mart Fatih Sultan Mehmet’in doğum günü idi… Peygamber efendimiz’ in (sav) takribi 9 asır önceki hadisine nail olabilmek için candan, canandan geçen mübarek ordunun yüce komutanı... 19 yaşındayken rivayetler odur ki tam 6 dil biliyordu. Doğu Roma imparatorluğunu hezimete uğratarak tarihçiler tarafından orta çağı kapatıp yeni çağı açan kişi olarak anıldı. Haritayı eline aldığında ihtiyatlı bir şekilde analiz yapıp rotalar çizebilecek kadar donanımlı bir komutandı.

İstanbul, kendisini zulümden ve adaletsizlikten kurtaracak yeni hükümdarını bekliyordu. Şehrin düzeni henüz oturtuluyorken Fatih bir kararname ile af çıkardı ve Bizans’tan kalan esirleri bağışladı. Bağışlananlar arasında iki âlim filozof papaz da bulunuyordu. Fâtih, onlara cezalarının sebebini sordu. Onlar da: “–Biz, Bizans’ın en ileri gelen papazları idik. Kralın zulmünden, işkencelerinden, yaptığı rezalet ve sefahatten dolayı kendisini ikaz ettik. Akıbetinin kötü, yıkılışının yakın olduğunu ve devletinin çökeceğini söyledik. O da, bu ikazımıza kızarak bizi zindana attırdı.” dediler. Bu ifadeler, Fatih’in dikkatini çekti. Papazlara, Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini sordu. Onlar da, ancak bir müddet sonra kanaatlerini bildireceklerini ifade ettiler. Papazlar, ellerindeki berât ile her yere girip çıktılar.

Sabahın erken saatinde bir bakkala giderek bir şeyler almak istediler. Bakkal onlara: “–Ben siftah yaptım. Siftah yapmayan komşumdan alın!” dedi. Bütün halkın, yalnız iyilik ve ahlâkî üstünlük sergileyen hâllerini müşahede ettiler.

Bir çarşıya girdiler ki, o esnada ezan okunuyordu. Esnaf, dük¬kâ¬nını kilitlemeden câmiye gidiyordu. Hiç kimse, bir başkasına haset etmiyor ve kıskançlık beslemiyordu. Sanki herkes, birbirinin teminatı altında idi. Namazı, huzur içinde ve âdeta son namazlarını kılıyormuş gibi ikame ediyorlardı. Kimse kimsenin hakkını yemiyor, birbirini kırmıyordu. Kimse, kul hakkıyla kıyamet günü Mevlâ’nın huzuruna çıkmak istemiyordu. İstisnasız herkes, Allah rızasını düşünüyor, Allah rızası için konuşuyor, Allah rızası için yaşıyordu. Sultanın ömrü ve ordusunun muzafferiyeti için dua ediyorlardı. Cemiyet, ince ruhlu, rikkat-i kalbiyye sahibi, derin insanlarla doluydu. Papazlar, bu hâlleri görüp şaşkına döndüler. Kaç şehir dolaştıkları hâlde, mahkemelerde ağır cezalık bir davaya rastlamadılar. Bir muhakeme onların çok dikkatini çekti. Kadı efendiye bir davacı ve davalı gelmişti. Davacı şöyle bir mesele arz etti: “Efendim, bendeniz bu din kardeşimin falan tarlasını satın aldım. Ekin için çift sürerken, orada altın dolu bir küpe rastladım.

Küpü alıp tarlasını satın aldığım bu kardeşime götürdüm. O da, ‘Ben bu tarlayı altı ve üstü ile sattım’ deyip kabul etmedi. Hâlbuki toprağın altından bu küpün çıkacağını bilse satmazdı.” Kadı efendi öbür kişiye söz verdi. O da, “Durum aynen kardeşimin arz ettiği gibi oldu. Fakat ben ona tarlayı satınca altı ve üstü hepsi içine girer düşüncesindeyim. Nasıl üstündeki mahsulden bir hakkım yoksa, altındakinde de öyledir” dedi. Papazların hayretle temaşa ettikleri bu durum, kadı efendi için tabiî bir hâdise idi, İslâm’ı hakkıyla yaşayan bir toplum için bu, en tabiî bir hâldi. Kadı kararını; birinin salih oğlu ile diğerinin de saliha kızı arasında kıyılacak nikahtan yana verdi. Tarafeynin rızası ile bu iki gencin nikâhlarını kıydı. O bir küp altını da onların düğün ve çeyiz masraflarında harcattırdı. 

Bu sadece Fatih’in değil hemen hemen tüm Osmanlı cihan padişahları döneminin bir özeliğidir. İlk padişah Osman Bey’ in Kuran’ı Kerime saygısından uyumayıp tüm gece onunla hemhal olmasının mükafatı olan bu devletin bize bıraktığı çok miras var. Sizlere onlardan bir tanesini aktarmaya çalıştım. Onların neslinden olmak demek anlayıp yaşatmak demektir, Fatih’in neslinden olabilmemiz dileğiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR