Zeynep OKUMUŞ

Zeynep OKUMUŞ

Hülâsa

Hülâsa

Yine gidiyorum o hep içim sıkıntıya düşerse gittiğim tepeye. Uçurumun kenarına oturup o hiç sevmediğim şehri seyre dalmak amacım. Fakat bir adam var, oturmuş benim yerime izliyor şehri. Takım elbisesi tertemiz, kravatı düzgün, gözlüklerinin yuvarlak camlarına yansıyor ışık hevengi. Elinde bir defter bir de eski bir kalem. Öylece duruyor olmasına rağmen metrelerce öteden belli, buraya ait değil.

Biraz izliyorum onu, öyle güzide duruyor ki kalem tutan eli çenesinde düşünürken. Kim bilir neler düşlüyor şimdi. Varıyorum yanına, bir kenara da ben oturuyorum. Ellerim titrek, o ise sessiz. Gussa içinde çatılıyor kaşları.

Korkuyorum kalkıp giderse diye. Derince içine çekiyor havanın bütün moleküllerini.

“Hülâsa…” diyor. Yanlış duydum sanıyorum. Benimle mi konuşuyor?

“hakikat; sanat, ilim ve masaldan ibarettir.”

Oysa felsefe kitaplarında ‘gerçeğin zihnimizdeki iz düşümüdür’ yazar hakikat için. Fazla sade ve sıkıcı bir tanım olsa gerek, sanatçının hoşuna gitmez.

Sanat hakikat olamaz mı? Olur ya! Dali’nin eriyen saatleri hakikat değil midir?

Piccaso’nun siyahla beyaza yansıttığı isyan tablosu Hitler’in silahlı kuvvetlerinin Guarnica’yı bombalamasını anlatmıyor mudur?

1985’teki Nevade del Ruiz yanardağının patlamasından sonra enkaz altında çamura saplanan 13 yaşındaki Omayra’yı yüzündeki bütün acı ve kabullenişle ve hiçbir beyazlığı kalmamış simsiyah gözleriyle fotoğraflayan Fransız fotoğrafçı Fournier hakikati yansıtmamış mıdır?

Fotoğrafa bakınca küçük kızın boğulmamak için tutunduğu sopadan, sopayı tutan çamurlu ellerinden bile anlayabilirsiniz, içinde 2 gündür okula gitmemenin hüznünü yaşadığını. Ağzından duymanıza gerek bile yoktur.

Hakikat belki de sanatın en karanlık tarafında kalmıştır.

Ya ilim?

Sayıların babası Pisagor, açtığı okulu ve anlatılarıyla halktan tepki toplar. Pisagor pes etmeyince de okulu ateşe verirler, onun ve öğrencilerinin yanarak can vermesine sebep olurlar. Okulda bulunan ve bir eşi daha olmayan pek çok kaynak da yanarak kül olur. Tarih, geleceğin medeniyetlerinde alimler gönül rahatlığıyla “Evreka! Evreka!” nidaları ile ister hamamdan ister laboratuvardan fırlayabilsin diye bedel ödemiş alimler ile doludur. İlimin hakikati, korku ve kinin hakikatinin kanlısı olmuştur hep. Pek çok yerde de korku ve kin galip gelmiş, can almış fakat can vermemiştir.

Ve bütün bunların hepsi artık birer hikaye, birer efsane hatta MASALDIR.

İnsanoğlunun asla ders almadığı birer esef kırıntısı…

Derince bir nefes ve kulağa musiki gibi gelen bir kıkırtı çekip alıyor beni düşünceler aleminden.

Dönüyorum yanımda duran asilce bedene. O asla bakmıyor bana.

“Hülâsa…” diyor. Sesiyle hücrelerime bir asudelik yerleşiyor.

“İnsanlar ki bir sürü aptaldan ibarettir,”

Bu sefer o da dönüyor bana. Yüzünde kocaman bir gülümseme… Delirmişliğin gülümsemesi bu!
“Gülmelidir, efendim! Kahkahayla bunlara gülmelidir.”

Kahkahalarımız karışırken asumana bütün iştahıyla, Sabahattin Ali sessizce kalkıyor ve uzaklaşıyor yanımdan. Nereye gittiğini bilmiyorum ama peşinden gidesim, koşarak yanına varasım geliyor. Gidişini izlemekle yetiniyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR