Şule Nallı

Şule Nallı

Özentiyi bırak aslına dön!

Özentiyi bırak aslına dön!

Müslüman olmak; sadece namaz kılmak, oruç tutmak veya belli esaslara inanmaktan ibaret değildir. Müslüman olmak; îman ve ibâdeti ile ahlâkî tavır ve davranışları ile giyim tarzı, yeme-içme tarzı ile kısacası her şeyi ile İslâm’ın çizdiği çerçevede yürüyebilmektir.

Yeme-içme, giyim tarzı gibi günlük alışkanlıklardan yönetim sistemine varıncaya kadar her inanç ve kültürün kendine has bir hayat modeli vardır. Herhangi bir inanç ve kültüre mensup olan bir kişi, bağlı olduğu inanç ve kültürün kendine sunduğu hayat modeline elinden geldiği kadar bağlı kalmaya çalışır. Ona göre yer içer, ona göre giyinir. Ona göre ibâdet eder. Ahlâkî tavır ve davranışlarını ona göre şekillendirir.

İslâm’a gönülden bağlanma iradesini gösteren bir mü’min de, en son ve en mükemmel din olan İslâm’ın kendisi için çizdiği hayat modeline göre yaşamak durumundadır.

Zira İslâm; hukuk, kültür ve sanatıyla, ekonomik sistemi, estetik zevki ile ahlâk ve adâleti, şefkat ve merhameti ile, sevgi ve saygı tâlimatları ile devâsâ büyük bir medeniyettir. Tabiatıyla; böyle büyük bir medeniyetin, her alanda kendine münhasır bir uygulaması, kendine münhasır bir hayat modeli olacaktır.

İslâm binasına adım atan bir müslüman, bütün yönleriyle bu dînin uygulamalarına tâbî olmak durumundadır. Zaten müslüman kimliği ile ayakta kalabilmenin de yegâne yolu budur.

Şu hâlde müslüman; bağlı olduğu inanç ve kültürün, kendisi için çizdiği hayat modeline Sadık kalmalı, bir başka deyişle başkalarına özenmeyi bırakıp kendi gibi olmaya çalışmalıdır.

Nitekim Cenâb-ı Hak, kendi yolumuzdan gitmemiz konusunda bizleri şöyle îkaz etmektedir:
“Sonra Sen’i din konusunda bir şerîat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma!
Çünkü onlar Allâh’a karşı sana hiçbir fayda veremezler.

Doğrusu zâlimler birbirlerinin dostlarıdır.

Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.” (el-Câsiye, 45/18-19)

Fahr-i Kâinât Efendimiz; risâlet döneminin ilk günlerinden itibaren, İslâm şahsiyet ve kimliğini tesis etmeye çalışmış, kendileri gibi olmaları ve kendileri gibi yaşamaları husûsunda ashâbını eğitmiştir. Orijinal bir hayat tarzını müslümanlara tavsiye etmiştir.

Bu mânâda; bir yandan câhiliyye âdet ve geleneklerinden mü’minleri uzak tutmaya çalışmış, bir yandan da namaz, kurban ve hac gibi ibâdetlerde müşriklere benzememe hususunda uyarılarda bulunmuştur.

Meselâ İslâm’ın kendine mahsus bir yas tutma üslûbu vardır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ehemmiyetsiz gibi görünen bu mevzuda bile ashâbını şuurlandırmak istemiş ve şöyle buyurmuştur:

“(Yas tutma maksadıyla) elleriyle yanaklarını döven, yakalarını yırtan ve câhiliyye âdeti ile feryat eden kimse bizden değildir.” (Buhârî, Cenâiz, 35)

Zira bir İslâm büyüğünün dediği gibi; taklit, zamanla alışkanlık ve huy hâline gelir. Sonrasında ise şekli beraberlik, zihni beraberliğe, zihni beraberlik ise zamanla kalbî beraberliğe kadar gider.

Onun için mü’min; gücü yettiğince kendi gibi olmalı, başkalarına özenmeyi, başkalarını taklit etmeyi bırakmalıdır.

Kendi gibi olabilmek, özünü muhafaza edebilmek, farklı inanç ve kültüre sahip insanlarla yaşayan günümüz müslümanı için de, gerçekten büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.

Sanatta kendin gibi olabilmek, estetikte kendin gibi olabilmek, eğitimde kendin gibi olabilmek… Yeme-içme, giyim tarzında kendin gibi olabilmek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR