Yusuf Sağlam

Yusuf Sağlam

Hâris el-Muhâsibi

Hâris el-Muhâsibi

Muhâsibî’nin tam adı, Ebu Abdullah Hâris b. Esed el-Basrî’dir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, kaynaklar tahminen, 165/871 tarihinde Basra’da dünyaya geldiğini kaydetmişlerdir.

Hâris el-Muhâsibî rahmetullahi aleyhi, 781 – 857 mîlâdi seneleri arasında yaşamış ileri derecede hikmet ve irfan sahibi Allah dostlarından birisidir. Fazla miktarda eseri günümüze kadar gelebilmiş ilk tasavvuf büyüklerindendir. Haris el-Muhasibi rahmetullahi aleyhiden 250 sene sonra gelmiş olan İmam-ı Gazâlî rahmetullahi aleyhi, onun kitaplarından istifade etmiş ve kendisinden etkilenmiştir.

Hâris el-Muhâsibî rahmetullahi aleyhi, Basra’da doğmuş fakat hayatının büyük bölümünü Bağdat’ta geçirmiştir. Yaşadığı dönem, İslâm düşünce târihinde ilim ve hikmetin en verimli çağı sayılır ve o bölgede, o dönem Abbâsî yönetimi hâkimdir.

Muhâsibî rahmetullahi aleyhi zengin bir ailenin çocuğudur ve iyi bir eğitim görmüştür. Sonraları, sâhip olduğu din ve dünya görüşü sebebiyle, babasıyla arası açıldı. O devir, dinî inanış alanında fikir tartışmalarının çok keskin olduğu bir döneme rastlar. Babasının kaderiyeci veya râfızî olduğu sanılıyor. Bu durumu, neredeyse bir din ayrılığı gibi algılayan Muhâsibî, ondan kendisine kalan büyük bir mirası reddetmiş ve zühdle süslü bir hayatın ardından vefat etmiştir.
Muhâsibî rahmetullahi aleyhi, verâ ve takvâ konusunda çok titizdir. “Verâ” çok özel ve incelikli bir kavramdır. Kısaca, şüpheli şeylerden sakınmak demektir. Bir bakıma dinî hassasiyet ve zenginliğine kavuşmanın göstergelerinden biridir. O, verâ konusunda o kadar titizmiş ki, adeta içinde bir özel his gelişmiş. Kendi ölçülerine göre, saf helâl ve temiz olmayan bir yiyeceğe elini uzattığı zaman, parmağında bir damar harekete geçer, seğirirmiş.

ESERLERİ VE TESİRLERİ

Muhâsibî, İslâmî konularda yoğun bir te’lif döneminin başladığı asırda yaşamıştır. Hayatını anlatırken kısaca değindiğimiz gibi, bazı saiklerden ötürü, biraz kenarda durması, onu çok eser vermeye sevk eden sebeplerden biri olmalıdır. Yetmiş beş seneyi aşkın ömrünü, verimli bir şekilde değerlendiren müellifimiz, hepsinin adı ve muhtevası bilinmese bile, iki yüz civarında esere imza atmıştır. Hadîs, tefsir, kelâm ve tasavvufta imam, fıkıhta ise önemli bir yere sahip olan Muhâsibî, en çok tasavvuf konusunda yazmış ve bu arada kelâm ve hadîsle ilgili birçok konuya da temas eden eserler vermiştir. “Er-Ri’aye Li-Hukûkillah” bilinen en meşhur ve en hacimli eseridir.
Muhâsibî’nin birçok eserinin günümüze ulaşmış olması, onun yaşadığı asırdan itibaren büyük tesirler bırakan, kabul gören ve sevilen bir kimse olduğunu gösterir.

Tasavvuf klasikleri olarak meşhur olan eserlerin hemen tamamında, Muhâsibî’nin tesiri açık bir şekilde görülmektedir. Kuşeyrî ve Hucvirî gibi eserlerinde tasavvuf ricalini de inceleyen müellifler, bu bölümlerde Muhâsibî’ye yer ayırdıkları gibi, tasavvufla ilgili konuları incelerken de ondan sık sık söz eder ve alıntılar yaparlar.
Üzerinde Muhâsibî’nin etkisinin en bariz bir şekilde görüldüğü kişi ise Gazalî (505/1111)’dir. Meselâ, Zahid el-Kevserî, Muhâsibî’nin Gazalî üzerinde etkisinin büyük olduğunu ve er-Ri’aye’sini tamamıyla İhya içine yerleştirdiğini söyler. (bk. Abdülfettah Ebu Gudde’nin “Risaletü’l-Müsterşidîn”e yazdığı önsöz, 12.)
Münavî de şunları söyler: “Temimî anlatıyor: ‘Muhâsibî, fıkıhta, tasavvufta, hadîste, kelâmda ve daha başka hususlarda Müslümanların imamıydı. Sayıları iki yüze varan derli toplu ve faydalı eseri vardır. er-Riâye adlı esri, bu konuda sayıları çok olan yazarlar için temel teşkil etmiştir.’ İhya’da şöyle denilmektedir: “Muhâsibî, muamelat ilminde ümmetin en hayırlısı idi. Nefsin ayıplarını, emellerini, afetlerini ve ibadetlerin hakikatlerini araştırmada o, herkese öncülük etmiştir.”

İMAM TARAFINDAN TETKİK EDİLMESİ

Muhâsibî bâzı düşüncelerinden dolayı tepki çekmiş olmalı ki, çağdaşı olan bir âlime, Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyhiye kendisini şikâyet ederler. O da merak edip bir gün Muhâsibî’nin sohbet ettiği yere giderek, orada bir gece geçirir. Söylendiği gibi din bakımından yanlış bir tavrına rastlamaz.

Ahmed b. Hanbel şâhit olduğu şeyleri şöyle anlatır: “Oraya vardığımda akşam vakti olmuştu. Ezan okundu. Hâris kalkıp öne geçti, imam oldu, namaz kıldırdı. Ardından yemek geldi. Birlikte yediler. Arkadaşlarıyla hem konuşuyor hem yemek yiyordu. Bu sünnete uygun bir şekildir. Yemekten sonra kalkıp ellerini yıkadılar. Oturup sohbete başladılar. Önce arkadaşlarına “Suâli olan var mı?” diye sordu. İhlâs ve riyâ hakkında çeşitli sorular geldi, hepsine ayet ve hadislere göre cevaplar verdi.

Vakit ilerlemiş, gece yarısına yaklaşılmıştı. Hâris, bir hâfıza işaret edip Kur’ân okumasını istedi. Okunan Kur’ân ayetleri huşû içince, yer yer gözyaşlarıyla dinlendi. Okuma bitince o hafif sesle duâ yaptı. Daha sonra namaza kalktı. Onların bu hâlini görmekten pek memnun oldum. Çünkü ben, kendileri hakkında farklı şeyler duymuştum. Yanlış kanaate sâhipmişim, Allah beni bağışlasın.”

MUHASİBİ DENİLMESİNİN SEBEBİ

Dînî terim olarak murakabe ve muhasebe kendi kendini kontrol etmek, her işinin Hâk rızasına uygun olup olmadığını denetlemek ve bütün bunların hesabını yapmak demektir. Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, “Hesâba çekilmeden önce siz kendinizi hesaba çekiniz” buyurur. Hâris’in bu konudaki aşırı titizliği dolayısıyla kendisine “Muhâsibî” lakabı verildiği söylenir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR