Yusuf Sağlam

Yusuf Sağlam

Allah Nasıl Razı Olur?

Allah Nasıl Razı Olur?

Şair Baki şöyle der: ‘Şu gök kubbe altında baki kalan, hoş bir seda imiş.” Kâinatın sahibine kulluk ve mahlûkatın sıkıntı ve meşakkatlerine ortak olmaktır hayata mana katan. Bir başkasının selamet bulabilmesi için kendi elindeki kibrit ile onun yolunu aydınlatmaktır.

Elinde olan ışık huzmesi çok bir aydınlık vermiyorsa, yüzünde sırlı nur ve elinde kandil mumu olanın, mum altlığı olmaktır. Başka bir ifadeyle, hizmete gücü yetmiyorsa hizmet edene hizmet etmektir.

Hz. Peygamberin omuzlarından yükselen İslam-ı Mübin, kendisine hizmet edeni kurtuluşa erdirmiş, ona dünya ve ahiret mutluluğun sunmuştur. Nasıl ki bir işçi kendisine verilen bir ücret karşılığında canla başla çalışıp patronunun takdirini ve güvenini kazanıyorsa, Allah’ın dini için her hangi bir dünyevi karşılık beklemeden hizmet eden kişiye de mülkün sahibi olan Allah’ın ikramı elbet kesintisiz ve sürekli olacaktır. Bu Allah’ın adaletindendir.

Yeryüzünü bizler için bir imtihan yeri kılan Yüce Allah, yeryüzüne gönderdiği her bir kulunu da kendisine halife kılmıştır. Kul dünyada yaptığı ameller ile o halifelik vazifesinin niteliklerine bürünür; ameli, ihlâsı, samimiyeti, ölçüsünde de müminin kalbi Yüce Allah’ın yeryüzündeki sıfatlarının bir tecelligah yeri haline gelir. Çünkü kul amel ettikçe Allah’ın sıfatları kulda tecelli eder.

Böyle bir durumda, kim Allah’ın kullarına dünya sahnesinde yardımda bulunur, onun kolu kanadı olur, hatta: “Bu mümin kardeşim de yeryüzünde Allah’ın bir halifesidir, bu yüzden ben bu kula hizmet etmeliyim, varsa sıkıntıları, gidermeliyim” derse o vakit, o kulun indinde Allah’a hizmet etmiş olur. Kula hizmet eden kişi de tıpkı Allah’a hizmet etmiştir. Allah’a hizmetkâr olana da kâinattaki canlı cansız tüm varlıklar hizmetkâr olur.

Biz müminlerin en büyük düşmanı olan şeytan aleyhillane, bitkinin, havanın, tahribatı için değil, bizzat tüm bunlara muktedir olabilecek olan insanın bozulmasına kast ediyor; insanoğlunun asıl gönderiliş vazifesini, yine insanın kendisine unutturmaya çalışıyor. Bu yüzden, insanoğlunun kendisini yoktan var eden Allah’a karşı kulluk yapmasını istememek sureti ile insanı, insana hizmetkâr değil; bir rekabetçi, bir düşman olarak gösteriyor.

Bundaki gayesi ise insanlar arasında nifak tohumu ekip kendi gibi Allah’a asi mahlûkatın sayısını arttırmaktır. Çünkü şeytan ve onun ehli de biliyor ki, şu yeryüzünün misafiri olan bizler, birbirimize düşüp ayrılık çıkarır isek, bu gök kubbenin altı niteliksiz, davasız nereden gelip nereye gideceğini bilemeyen insanlarla dolacaktır. Oysa bizi bir kan pıhtısından yaratan yaratıcımız, her çağda ve her mekânda, dostlarını bu dünya toprağından eksik bırakmamıştır. Kimi şarkta kimi garpta, kimi Yemen’de, kimi şimalde, hepsi kendilerini Allah’ın sonsuzluk vaadine teslim etmiş şekilde, hayatlarını, Rahmanın biz kullarına adamışlardır.

Yeryüzü kurulalı beri iki sınıf insan vardır ki hiç unutulmamışlardır. Örneğin, Hz. Âdem ve Hz. Havva annemiz yeryüzüne indiklerinden beridir hiç unutulmamışlardır. Sürekli nesilden nesile aktarıla gelmişlerdir. Bu birinci sınıf insanlar ki Allah’ın kendilerine verdiği maldan ilimden infak edip kendilerini Allah’ın dinine hasretmişlerdir. Diğer bir ifade ile insanlığın kurtuluşu için kendilerini Allah’ın kullarına hizmete adamışlardır.

Binaenaleyh; bu grup insanlara Yüce Allah sahip çıkmış, diğer inananları da bu kullarına yardımcı kılmıştır. Hatta sonraki gelen nesiller, geçmişteki güzel insanları daimi surette hayırla yâd edip onlara her devirde ve her çağda rahmet okumuşlardır. 

Mesela, bir Abdulkadir-i Geylani, ömrünü Allah’ın kullarına hizmetle geçirmiştir. Allah da kendi misafirleri kabul ettiği kullarına olan hizmetlerinden ötürü, Abdulkadir-i Geylani gibi zatları, kıyamete kadar diğer müslümanlar tarafından hayır ile andırmış, andırmaktadır. Diğer bir sınıf insanlar da vardır ki, Allah’a ve onun misafiri olan kullara eziyetleri sebebi ile her zaman ve her çağda lanet ile anılmışlar ve anılmaktadırlar.

Kim ki Allah’a hakkı ile kul oldu, kâinat ona hizmetkâr oldu.

Kim ki şeytana rabt oldu, cehennem ona yoldaş oldu.

İnsanoğlu yeryüzünün şehzadesidir. Lakin şehzadeler de bazı zaman yolunu kaybeder, gayya kuyularına düşerler, ıztırar dolu şehirlerin telaşı onları da sürükler; ta ki gelip pis bir dere yatağında duraklarlar. 

Yolunu kaybeden Allah’ın halifesi olan eşref-i mahlûkat için kendi imtihan serüveni, daha güzel yolu tercih edebilmek, nimetin kıymetine, farkına varabilmek için bereketli yol kazalarıdır. Yani, insan melek de değildir ki günah işlemesin; 
Allah kuluna, kul olmak zafiyeti içerisinde, bu ahvali ile kıymet verip, onu yüceltmiş; bazılarını da peygamber seçmiştir. Evliyalar halk etmiş, peygamberleri önümüze örnek, şühedaları bize iman fedaileri, âlimleri ise bizlere yol gösterici olarak seçmiştir.

Dünya işlerinin bir desisesi ya da birkaç hilesi varken, Allah yolunun binler desisesi, binler şeytani tuzakları vardır…

Unutulmamayı asıl kıymetlendiren de çekilen bu çilelerdir. Bu çile insanı hamlıktan kurtarır; insanı insan-ı kâmil eder.

Kişi Allah’ın dinine hizmet ederse Allah da o kuldan razıdır demiştik.

Peki, ne vakit?

Âlim, edindiği ilmi üstünlük kurma aracı görmediğinde; zengin, malı sebebi ile toplum içerisinde söz sahibi olmak niyetinden müstağni olduğunda; idareci, idaresi altında bulunanları, evladı veya babası olarak gördüğünde; tüccar, yaptığı her akdi Allah ile yapıyormuş gibi kabul ettiğinde, o zaman Allah da o kullarından razı olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR